Ana içeriğe atla

İstenilmeyen Kişi Olmak

Her bir insanın, ailenin, toplumun, milletin ve devletlerin imtihanları vardır. Birbirine benzese de her imtihan farklıdır. Kolay atlatılanı olduğu gibi zor atlatılanı da var. Bazen imtihanın altında kalmak da var. İçinde bulunduğumuz durum ve haleti ruhiye çerçevesinde bazı imtihanlar ön plana çıksa da insanın ve insanlığın her anı bir imtihandır. Çünkü bir imtihan yeridir dünya.

Günümüz dünyasının en önemli sorunlarının başında göçler geliyor. Bu göçler iş bulma ve turistik bir göç değil. Geçmişte ortaya çıkmış ve gerçekleşmiş "Kavimler Göçüne" benziyor. Pakistan'dan, Afganistan'dan, bazı Afrika ülkelerinden, Doğu Türkistan'dan, Suriye'den kaçan kaçana... Her göçün arkasında savaş, iç savaş, çatışma, açlık, işsizlik, zulüm ve işkence var. Ülkelerinden bin bir badireyi atlatarak kaçak yollarla Türkiye'ye sığınan göçmenlerin gönlü, Avrupa'ya kendini atmak. Bu göçlerin önü alınmaz ise bazı ülkelerin demografik yapısı değişeceğe benziyor. Bu değişiklik, adı geçen ülkelerde ırkçı söylem, aşırı sağcı akımları ve eylemleri beraberinde getirecektir. Bu da çatışma demektir. Her çatışmanın sonu ise gerilim ve huzursuzluktur.

Herhangi bir nedenle doğup büyüdüğü memleketini terk edip hayata tutunmak için yaşam mücadelesi verenlerin yaşadığı en büyük problem istenmezliktir. Çünkü hiçbir devlet, hiçbir halk ülkesinde göçmen  görmek istemiyor. Ne işi var bunların burada diyor. Hasılı dünya mültecilere olumsuz bakıyor.

Dünya mülteci akınlarını önlemek için tedbir üzerine tedbirler alırken sığınmacılar, o ülke olmazsa diğer bir ülke olsun düşüncesiyle yönünü başka bir ülkeye çeviriyor. O ülkeye girmek için de ölüm dahil her riski göze alıyor. 

Ülkelerin ve o ülke halklarının mülteci istememesini anlıyorum. Çünkü davetsiz gelen her misafir, ev sahibinin iki ayağını bir pabuca sokar. Hele bu beklenmeyen misafirin sayısı milyonları buluyor ve bu misafirler o ülkede uzun yıllar kalıyorsa…

Mülteci barındıran ülkeler ve o ülkelerde mülteci olmak zor mu zor, kötü mü kötü. Ama en zoru ve en kötüsü, bana göre istenmemektir. Çünkü her istenmezlik dışlanmayı beraberinde getiriyor. Dışlanmışlık psikolojisinde belki ölmüyorsun ama yaşarken her gün ölüyorsun. Bu tür ölüm imtihanların en büyüğü olsa gerek.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde