Ana içeriğe atla

15.Yüzyıl Diliyle, Salgından Korunma Yolları *

15.yüzyılda yaşamış Amasyalı Şerefeddin Sabuncuoğlu, 1468 yılında yazdığı Mücerrebname isimli eserinde, salgın hastalıklardan kurtulmanın yolunu şöyle anlatmış:

"Ellerini onat yu/Ellerini doğru, iyi yıka.
Galebeliğe girme/Kalabalığa girme.
Selâmı uzakça vir/Uzaktan selâm ver.
Eyi yi vü eyi iç/İyi ye ve iyi iç, yani iyi beslen.
Haste isen yativir/Hasta isen yatıver!
Taşrada yüzün ört/Dışarıda yüzünü ört!
Biiznillah nesne dokunmaz/Allahın izniyle, bir şey dokunmaz!" (Yazının tümü için bk. Mehmet Doğan, Karar Gazetesi)

İzin verir, bana kızmazsanız, Şerefeddin Bey'i haklı bir eleştiriye tabi tutmak istiyorum:
1. Şerefeddin Bey'in 15.asırda ortaya koyduğu salgından korunma yollarını 21.asır uzmanları da söylüyor. Bu demektir ki Sabuncuoğlu günümüz akademisyenlerinin dediğinin üzerine bir şey koymamış.
2.Tek fark, günümüz uzmanlarının 14 maddede kurallaştırdığı salgından korunma yollarını Şerefeddin Bey, 7 maddede özetlemiş. Özetlerken günümüz 14 madde kuralına atıfta bulunmamış. Bu durumda kendisine intihalci denebilir.
3.Korunma yolları konusunda Sabuncuoğlu'nun tek eksiği, el yıkamada 20 saniye kuralını bilmemesi. "Ellerini doğru, iyi yıka" demekle yetinmiş. Ayrıca nasıl yıkanması gerektiğini göstermemiş. Belki de saatler günümüzdeki kadar yaygın olmadığından olsa gerek.
4.Yıka yerine "yu" fiilini kullanmış. Halbuki TDK "yu" eylemini halk dilinde kabul ediyor. Maalesef Sabuncuoğlu, eserini yazarken TDK sözlüğünü hesaba katmamış. Bu yüzden eseri bilimsel değil denebilir. Kusura bakmasın, emeğini inkar etmiyorum ama bu yazım yanlışlarıyla yazar, üniversitelerin akademik jürilerinden geçer not alamaz ve kendisine de Doç, Prof unvanı verilemez.
5.Ayrıca TDK'nın kabul ettiği, kalabalık kelimesi yerine "galebeliğe" kelimesini kullanmış. Hangi birini düzeltelim burada. Kelime büyük ses uyumuna da uymuyor bir defa. "K" yerine Gonyalılar gibi "G" kullanmış. (Siz Konyalılar, “k”lara niçin “g” dersiniz diyenlere duyurulur. Gördüğünüz gibi aslı “g” imiş bu tür kelimelerin. Ayıplayacaksanız Gonyalıları değil, Şerefeddin Bey'i ayıplayın. Sizi TDK'cılar sizi!)
6. Yine Sabuncuoğlu "ver" yerine "vir", "iyi" yerine "eyi", "ye" yerine "yi", "yatıver" yerine "yativir" kelimelerini kullanmış. TDK, kelimelerin bu şekilde kullanılmasını yanlış bulsa da Anadolu insanı konuşma dilinde hala böyle konuşur. Kim dilimizi orijinalinden konuşuyor kim kendince değiştirmiş. Takdir sizin.

Şerefeddin Sabuncuoğlu'ndan Allah razı olsun, mekanı cennet olsun.

*25/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde