Ana içeriğe atla

Zamana Riayetin Neresindeyiz?

Yaz dönemi üç günlük mahalli bir kurstayım. Kursu veren, kursun yeri, kursun tarihi, kursun başlangıç ve bitiş saati belli. Kurs merkezi olarak ulaşımı kolay bir yer seçilebilirdi ama seçilmemiş.

Kursa başladık, tanışma faslından sonra kurs veren kişi, zamana riayet konusunda hassasiyetini belirtti: Ne zaman başlayacağımızı, teneffüse ne vakit çıkılacağını, teneffüsün süresini, öğle arasını ve bitiş saatini üstüne basa basa söyledi.

Hocamız, "Bu kursu almak için yüzlerce kişi müracaat etti. Maalesef herkes alınamadı. Siz şu 28 kişi meslektaşlarınıza göre şanslısınız..."dedi konuşmasının başında. Bu sözünü sunum esnasında birkaç defa daha söyledi. Kursa 1,5 saat geç intikal eden bir kursiyer, "Bu kursa seçilen bizlerden hangimiz bu kursu almaya layık kişileriz..." dedi konuşma arasında. Kursiyer meslektaşın konuşmasını da diğerleri gibi can kulağıyla dinledim. Avukat gibi konuşuyordu. Hem konuşması, hem giyim ve kuşamı dürüstlük abidesi gibi geldi bana. 

İlk gün geç gelmişti kursiyerimiz. Olabilir. Çünkü ilk gün alışık olmadığı bir yere zamanında ulaşması mümkün olmayabilir. İlk günü bu şekilde bitirdik.

Ertesi gün kurs başlamadan 5 dakika önce kurs salonuna girdim. Benden başka bir iki kişi vardı. Az sonra kurs hocamız geldi. Salonda kursiyerlerin çoğu olmayınca hocamız uzun bir hikaye anlattı. Niyeti herkesin gelmesini beklemek, yani bizi oyalamak. Yarım saat sürdü hikaye. Bu arada kursiyerlerimiz birer ikişer damladı. Bir saat gecikmeyle en son gelen kim olabilir? Dün "Hangimiz hak ederek bu kursa geldik" diyenden başkası değildi. 

Bu arkadaş gibi bazıları, gideceği yere en son ve gecikmeli gitmeye alışmış olabilir. Bu huyu değiştirmek zor. Zaten niçin geciktin veya gecikmeyelim desen sana bin bir mazeret öne sürer. Mazeretlerinin arkasındaki aymazlıktır aslında. İnsanları ikna ettim, kandırdım sanırlar bu halleriyle. Neyse geciksin gecikmeye. Konuşurken niçin dürüstlük abidesi gibi konuşur? Kursu almaya ehil olmadığını söylerken tüm herkesi niçin işin içine katma gereği duyuyor, anlayabilmiş değilim. 

Yarın kursumuzun son günü. Dört gözle kursa kaçta geleceğini bekleyeceğim. Kendisinden sonra gelen olacak mı? Umarım zamanında gelir de beni mahcup eder.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde