Orta üçüncü sınıf olsa gerek, Recai Gümüş isimli bir
hocamız sosyal bilgiler dersimize gelmişti. Yerine pek oturmaz, yazı tahtasının
önünde dersini anlatır dururdu. 45 kişilik sınıf onu pürdikkat dinlerken bazen
sesini yükseltirdi. Ses tonunun yükselmesi demek birine kızıyor demekti.
Kızmasıyla birlikte herkes bana mı diyor diye sağına-soluna, önüne ve arkasına
bakardı. "Bir şey yok, herkes önüne dönsün" derdi. Kime kızdığını da
bilemezdik. Çünkü kimsenin onuru zedelenmesin derdindeydi. Derdi kiminle idi.
Biz hiç öğrenemedik. Çünkü uyarırken kafasını yukarı doğru kaldırır ve
gözlerini yumar, öyle kızardı.
"Be adam! Kime, niçin kızardı? Söyleyiver"
dediğinizi duyar gibiyim. Baştan söyleyeyim, söyleyeceğim pek hoşunuza gitmeyecek.
Ayrıca fazla merak iyi değildir. Mademki istediniz o zaman söyleyeyim:
"Çöp sepeti gibi karıştırıp durma oğlum, bırakıver artık!" derdi.
Buradaki çöp sepeti, her sınıfta çöpün atıldığı çöp sepeti değildi. Ne zaman
böyle demişse "Biri yine burnunu karıştırıyor" anlardık. Kulakları
çınlasın! Sosyal Bilgiler dersinde dersin yanında hayatı öğretiyormuş
bize.
Okuldan sonra bir daha görüşmedim ama aynı hassasiyetini
emeklilikten sonra da devam ettirdiğini düşünüyorum. Ama ne kadar başarılı
olduğu meçhul! Çünkü toplumda arabanın vitesiyle oynar ya da çöp toplayıcıların
çöpün içini deşelediği gibi burnuyla o kadar oynayan var ki! Ne zaman böyle
birini iş üzerinde görmüşsem Recai Gümüş hocamı hayırla yâd ederim.
Derslerde de zaman zaman aynı icraatı deruhte eden bazı
öğrenciler dikkatimi çeker. Tıpkı hocamızın yaptığı gibi "Yavrum,
bırakıver artık şu burnunla oynamayı" derim öğrenciye bakmadan. Ama nerede
o eski öğrenciler? Hocamızın uyardığı öğrenci, işini yarım bırakır; kendisinin
kastedildiğini belli etmezdi. O da herkes gibi sağına-soluna bakardı. Şimdiki
bu işi yapanlar ise öz güveni yüksek kişiler; eli suç mahallinde, elinde suç
aletiyle yakalandığı halde "Ben burnumla oynamıyorum... Ben burnumu
karıştırmıyorum" cevabını veriyor hemen. Bazen de "Yavrum! Lavaboya
gitmek ister misin? Haydi git gel" derim. "Benim lavabo
ihtiyacım yok" cevabını alırım. Sanki lavabo ihtiyacı sadece çiş yapmaktan
ibaret!
Çöp sepeti misali burnuyla o kadar oynayanı görüyorum ki
say say bitmez. Çoğu boş durmaktan sıkılmış, kendisine iş arayan cinsten.
Gördüğüm zaman hemen gözümü indirir, yönümü değiştiririm. Hatta bazen aklıma şu
adamın iki elini zincire vursak o zaman ne yapacak diyorum. Bu tiplerin bazısı
ne yaptığını bilmiyor, bu durum kendisinde tik haline gelmiş; kimi bu işi
meslek edinmiş, yerin altından maden çıkarır gibi didiniyor. Kimi de bir
arkeolog inceliğiyle yapıyor bu işi. Az sonra da hiçbir şey olmamış gibi elini
uzatıyor sana.
Toplumda benim dikkatimi çeken bu durumdan nasıl kurtuluruz
bilmiyorum. Allah uzun ömür versin, bir ömür boyunca burnuyla oynayanlarla
mücadele eden Recai Hocam başarılı olamamış ki ben başa çıkayım. Maalesef
söylenmiyor da bu durum. Bu konuda toplumsal bir seferberlik başlatılsa fena
olmaz: Televizyonlar bu konuyu işlese, camilerde hutbe ve vaaz konusu olarak
ele alınsa, belediyeler o bildik afişlerinde bu konuya el atsa, okullarda yılın
ilk dersinde öğrencilerle tanışmayı bir tarafa bırakıp bu konu işlense en
azından toplumsal bir duyarlılık oluşmuş olur. Baktık adam hala icraatına devam
ediyor, Allah'ın bildiğini kulundan niye saklayayım diyor. O zaman bu işe
kalkışan kimselerin karşısına aynayla dikilip "Buyurun! Aynaya bakarak
işinizi daha kolay yapabilirsiniz" desek belki aynada ne yaptığını görmek
suretiyle biraz tiksinti duyar.
Bu konuda acizliğimi itiraf ediyorum. Sizin varsa bir
öneriniz lütfen kendinizle öbür dünyaya gitmesin. Biliyorum bana kızdınız, ele
alacak başka konu bulamadın mı, bırak şu b.ktan işi dediniz. Ama ne edersiniz
ki herkesin gördüğü, ama bir şey yapamadığı bu konuyu bu kadar akıllı
içerisinde bir deli ele almalıydı.
*** 28/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
*** 28/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder