Ana içeriğe atla

Nice Mutlu Yıllara Evlat!

Fakülte ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğimin yaz döneminde inşaatlarda işçi olarak çalışmaya başladım. Piyasada bir günlük yevmiye 30 lira iken sürekli diye şimdilerde beş yüz evler denen mevkide günlük 17 lira karşılığında çalıştım. İnşaata gitmek için her gün Büyük Aymanas'tan çıkıyor, 500 Evler denen mevkiye gelinceye kadar üç vasıtaya biniyordum. Gerçi sadece bu seneye mahsus değildi benim inşaatlarda çalışmam. Orta birin yaz döneminden fakülte bitinceye kadar iki yıl hariç her yıl yaz döneminde çalıştım böylesi yerlerde. 

Fakülteye başladıktan sonra iki defa imam-hatiplik sınavına girmiş olmama ve atamam yapılmasına rağmen "sesim çirkin, cemaati bezdirmeyeyim" düşüncesiyle imam hatiplik görevi almadım. Bunun yerine inşaatlarda çalışmayı tercih ettim. Bu sene daha fazla çalışmalıydım. Çünkü baba olacaktım.

Çoğu kimse okur, (veya okumaz) iş-güç sahibi olur. Ardından çoluk-çocuğa karışmak ve dinin yarısını tamamlamak için evlenme yoluna gider. Ben ise işim-gücüm yokken ya nasip deyip fakülte ikinci sınıfta iken evlenme yoluna gitmiştim. 

İnşaatta çalışıyorum ama akşam sabah baba olmayı bekliyorum. Haliyle arabam yok. Gidip bir ticari taksi ile görüştüm, telefon numarasını aldım. Hastaneye gideceğimiz zaman arayacaktım. 

Günlerden cumartesi. Vakit geldi/gelmedi kararsızlığı içerisinde evde beklerken kayın validem mahalleden bir bilene durumu danışmaya gider. Yaşlı teyze evime geldi. Bana da dışarı göründü. Evin etrafında yarı oturarak yarı dolaşarak bekledim durdum. "Haydi Ramazan! Taksi çağır" sesini duymayı bekledim. Haber gelmedi bir türlü. Öğrendim ki yaşlı teyze, Bu iş tam benim işim" diyerek evde ebelik yapmaya kalkmış. Nice sonra kapı açıldı, benden şimdi adını hatırlamadığım bir iğneyi eczaneden alıp gelmem istendi. Sürmeyi pek beceremesem de bisiklete bindim. İstedikleri iğneden alıp geldim. Dışarıda hacı yolu bekler gibi "baba oldun" müjdesini bekledim. Kapı bir daha açıldı. Şimdi oldu derken "Hemen aynı iğneden bir daha al gel" dendi. İğneyi alıp verdim. Nihayet endişeli bekleyiş sona erdi, ikindi vakti doğum gerçekleşti. 

Dünyalar benim olmuştu o anda. Hem baba oldum, hem de acemi ebenin elinden eşim ve oğlum kurtulmuştu. Sabahtan ikindiye kadar okumadığım dua ve süre kalmadı. Doğumla birlikte "Ya Rabbi şükür" dedim. 

Eski zamanların usulü bir doğum oldu bizimki. Buna acemilik mi dersiniz, cehalet mi? İstediğinizi söylemekte haklısınız. Zira doğumu yaptıran yarım doktor birkaç defa "O çocuk yaşıyor mu" diye sormuş. Belki de o kadına rağmen çocuğumun yaşamasına Rabbim imkan verdi, bize evlat acısını göstermedi.

Doğumda ölüp ölüp dirilen, aynı duyguyu ebe sayesinde bize de yaşatan çocuğum yaşadı. Hanemizin süruru oldu, benim ilk göz ağrımdı aynı zamanda. 

Okula giderken peşimden koştu, zaman zaman ardımdan ağladı. Bir gün ardımdan kapıyı açtığı gibi çıkmış. Oymuş ondan sonra evden çıktığımda kapıyı kilitlemeye başladım. Bazen ağlamasına dayanamayıp havanın karlı ve soğuk olmasına aldırmadan camiye götürdüm.


Evde misafir varken kapıyı hızlıca açar ve "Baba den" derdi. "Den'in ne olduğunu haydi bilin bakalım. Bilemezsiniz. Zira baba ile oğul arasında bir şifre idi. Sizi fazla merakta bırakmayayım. Bizim oğlan çişe "den" derdi. Biz buna güldükçe onun da hoşuna giderdi. Dağarcığımıza kattığı kelime sadece bu değildi. Gırgıra "dırdır" derdi. Zira ilk harfleri çıkarmakta ilk zamanlarda zorlandı.

Derken efendim hanemizdeki saltanatı fazla uzun sürmedi. İki yaşında iken ikiz kardeşleri bastırdı. Pabucu dama atılmadı, sevgimizden bir eksilme olmadı ama geri planda kaldı: Bir yere giderken aracımız tabanvaylarımız idi. İkizin birini ben, diğerini anneleri kucağına alırdı. İlk göz ağrımız "Baba ben" diyerek o da kucağımıza gelmek isterdi. "Oğlum! Sen büyüdün, ağabeysin" demek suretiyle ona büyük ve büyümüş muamelesi yapardık. İkizlerin keyfi beyde yokken o da büyük adam gibi bizimle beraber yürürdü.

İkiz kardeşleri kendisini bastırdı. Kısa zamanda yaşıt oldular. Birlikte bir yere giderken bizi görenler "Bunlar ikiz mi, üçüz mü diye sorarlardı. Birbirlerini hiç kıskanmadan, birlikte oynayarak büyüdüler. Akran gibi görünseler de kardeşlerine hep ağabeylik yaptı.

Yaşar mı/yaşamaz mı denen o çocuk yukarıda bahsettiğim gibi yaşadı hem de otuzuna bastı ve bugün onun doğum günü. Üstelik bir baba aynı zamanda. Benim 29 yıl önce yaşadığım babalık duygusunu o da tattı ve bana dede olmayı tattırdı. 

Doğum günün kutlu olsun evlat! Nice otuzlu yıllara huzurlu, mutlu girmen dileklerimle! Ben senden memnunum, Allah da razı olsun. Allah hanenize, işinize, aşınıza mutluluk versin; huzur ve mutluluğunuz daim olsun. Allah sana da torunlar nasip etsin. 08.07.2018


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde