Ana içeriğe atla

Koltuğunda Çok Tekin Durmadı *

Beş yıl önce oturduğu en yüksek devlet memurluğu koltuğunda iki tane bakan eskitti. Üçüncü bakan atanmadan önce belli bir el tarafından ismi, bakan olarak servis edildi. Geldi, geliyor, atandı, atanıyor derken layık gösterildiği makama bir başkası atandı. Deruhte ettiği müsteşarlık kaldırılınca ve bakan yardımcısı olarak da atanamayınca boşta kaldı. Sonunda işgal ettiği makamı boşaltmak zorunda kaldı. Haydi, git dendi çünkü!

Giderken kubbede hoş bir seda bıraktı mı? Camianın geneli nezdinde hayır. Çünkü istenmeyen kişisi idi. Deruhte ettiği teşkilatını hallaç pamuğu gibi savurdu. Biçip doğradı dense yeridir. Mevcutları doğrar, yenilerini getirirsem her şey yoluna girer sandı. Götürdüklerimin yanında getirdiklerimin desteği yeter de artar diye düşündü. Teşkilatı aşağıdan yukarıya sallarken ne tekme vurduklarının ne de getirdiklerinin onurunu hesaba kattı. Dediğim dedik, astığım astık, kestiğim kestik dedi.

Yeni öğretmen alımında, idareci atamada, şube müdürü seçiminde mülakat denen ucube yöntemi icat etti, ya da önüne kondu.  Siz asıl değilsiniz; asıl, asıl benim dedi. Hepsini geriye dönük puanlattı. Mevcut müdür ve müdür yardımcılarının çoğunu kapının önüne koydu. Elimi sallasam ellisi gelir dedi. Sözlü mülakat yoluyla istediğini seçip koltuğa oturttu. Öncekilere haydi asli görevinize dedi. Bunu yaparken en büyük yardımcıları, ayağını kaydırdığı milli eğitim müdürlerinin yerine vekaleten getirdiği müdürler ve sözlü mülakat yoluyla atadığı şube müdürleri idi. Yaptığı tasarrufları mahkeme iptal etti; bakanı, mahkeme kararlarına göre yeniden atama yapacağım dedi. O ise hayır dedi. Mahkeme kararlarını uygulamayan ve bakanını dinlemeyen kişi olarak tarihe geçti. Her türlü atamalarda ayyuka çıktıkça o, ben doğru yoldayım dedi. 

Seçime giderken radikal karar almaktan çekinmedi. “Beni getiren irade, oyunu düşürür” demedi. 8 yılını dolduranları 7 Haziran seçimleri öncesi rotasyona tabi tutacağım dedi. Sözü yetti. Çoğu kimse tayin isteyerek yer değiştirdi. Seçimden sonra uygulamaya gerek yok, zaten maksat hasıl oldu dedi, 8 yıl şartını uygulamadı. Yine uygulanmayacağını bile bile öğretmene performans değerlendirme sistemi adı verilen “Öğretmen Strateji Belgesini yayımlattı. Öğrenci ve velinin öğretmeni puanlaması anlamına gelen bu performans uygulamasına -gelen tepkilere rağmen- kulağını tıkadı. Öteledi ama kaldırmadı. Uygulamaya ömrü kifayet etmedi.

Proje okullarını MEB’de uygulamaya koydu. Nerede kendini ispatlamış başarılı bir okul varsa proje okul kapsamına aldı. Bu okullarda sekiz yılını dolduranlara “Haydin güle güle kendinize bir okul bulun” dedi. Yönetiminden öğretmenine varıncaya kadar bu okulların personelini değiştirdi. Proje okul dediği okulun, proje olmadan önceki durumuyla proje okulu olduktan sonraki durumu arasında kimse bir fark göremedi. Herkes “Keşke başarısız bir okulu proje kapsamına alsaydı” dedi durdu.

Öğretmen alımı ve yönetici atamalarında mülakat sistemini uygulamaya koydu. Her sınava üç katı aday davet edildi. Bir katını alarak diğer iki kat adaya “güle güle” dedi.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki öğretmen açığını kapatmak amacıyla 6 yıl çakılı kadro diyebileceğimiz “Sözleşmeli Öğretmenlik” uygulamasıyla tepki çekti. Buna da eyvallah demedi.

TEOG yerine uygulamaya konan LGS dolayısıyla öğrenci ve veli mağduriyeti hala belleklerde.

Sonuç olarak toplumun hepsini etkileyen büyük bir camiayı temsil eden kurumun en tepesinde beş yıl boyunca durdu. Belki iyi niyetli ve güvenilir, akıllı ve zeki biriydi.  Ama uygulamaya koyduğu her icraatı tartışıldı, tepki çekti. Gelen tepkiler dolayısıyla kamuoyunu ikna etme yolunu denemedi. Ne kendisi geri adım attı, ne de kendisini getiren irade, “Biraz tekin dur” dedi. Kanaatim, yaptığı ya da yapamadığı icraatlarla kendisini getiren siyasi iradeye seçimlerde puan kaybettirdi. Birlikte hareket ettiği sendikaya da itibar kaybettirdi. Ne İsa’ya yarandı, ne de Musa’ya. Keşke böyle gitmeseydi…

* 28/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde