Ana içeriğe atla

Doktorları Şiddetten Korumanın Yolu


Günlük olmasa da gün aşırı bir ilimizde hastanede çalışan bir doktor şiddet görmemiş olsun. Genelde hasta veya hasta yakınlarının şiddetine maruz kalıyor. En hafifinin ağzı ve burnu kırılıyor. Bu durumu o kadar kanıksadık ki bereket ölmemiş, yaşıyor diyoruz. 

Doktor bir güzel dayak yiyor. Kendisini koruyacak kimse yok. Onları korumak için polis olsa diyeceğim, günümüzde vatandaş polisi de dinlemez. Hastane de asayiş ve güvenliği sağlasın diye görevlendirilen özel güvenliğin elinden bir şey gelmiyor. Çünkü pek bir yetkisi yok. Yetkisi olsa da gözü dönmüş bir kişi için polis ne yapsın, güvenlik görevlisi ne yapsın!

Şiddet uygulayan hakkında şiddete maruz kalan, şikayet etmek için suç duyurusunda bulunsa zanlının ifadesi alınıp "Haydi yiğidim, bu uğurda yolun açık olsun" denip salıveriliyor. Doktor ve şiddet uygulayan şu ya da bu şekilde yine yüz yüze geliyor.

Olup bitenden anladığımıza göre güvenlik görevlisi, polis, karakol ve adliye çözmüyor ya da çözemiyor bu sorunu. Bizde şiddet uygulayanların ifadesi alınıp salıverildikçe bu tacizler devam edeceğe benziyor. Ne olacak böyle? Biz yine sık sık şiddet gören hastane çalışanlarının maruz kaldığı şiddeti televizyonlarda duymaya ve seyretmeye devam mı edeceğiz? Çözümü nedir bunun?

Şiddet uygulamak, orta yerdeki sorunu şiddete başvurarak çözmek bizim toplumumuzun büyük çoğunluğunun ilk aklına gelendir. Çünkü şiddet toplumuyuz. Bu şiddetten de halka açık görev yapanlar -doktor ve öğretmenlerde olduğu gibi- sık sık nasibini alıyor. 

Doktor ve hasta, doktor ve hasta yakını arasındaki şiddette suçlu hastadır veya hasta yakınıdır ya da doktordur iddiasında değilim. Görevini ihmal eden doktor da vardır, laftan-sözden anlamayan hasta da. Orta yerde bir sorun var ki kavga-gürültü oluyor. Sorunu çözmenin yolu bu mu? Devlet görevini yapmayanları şikayet edin diye Bimer'i, Cimer'i, dilekçeyi, Alo şikayet hattını kuruyor. Niçin bu yolları kullanmıyoruz? Ya da Allah'ın aranızdaki sorunlarınızı konuşarak çözün diye bahşettiği dili ne diye ağzımızın içinde kalabalık ediyoruz? 

Çözüm, aramızdaki sorunu iletişim yoluyla çözmek, ama bu sökmez ve işlemez bizde. Biz olayın merkezine kendimizi koyduğumuz müddetçe karşı tarafın da haklı olabileceğini düşünmediğimiz müddetçe, şiddet uygulayanın yaptığı yanına kar kaldığı müddetçe, herkes sorununu kendisi halletmeye kalktığı müddetçe taciz olayları artarak devam edecektir. Hele bu durum hastaların birinin girip diğerinin çıktığı, içeride durdukça iyileşmek için geleni daha da hastalandıran ve kişinin psikolojisini bozan hastane ortamında oluyorsa insanımız sağlıklı düşünemez oluyor.

Peki, böyle gelmiş böyle mi gidecek, her psikolojisi bozulan hıncını doktordan mı alacak? Yok mu bir önerin derseniz, ben de sizin gibiyim. Devlet bir çözüm bulamamış ki ben bir çözüm yolu bulayım. Sadece aklıma gelen belki hoşunuza gitmeyecek ama doktorların tıp okurken eğitimlerine bir yıl daha ilave etmek belki çözüm olabilir. İlave edilen bu yılda doktorlara karate, tekvando dersi verilebilir. Şiddete maruz kaldığı zaman kendilerini korumak için gerekli gibi bu yol. Uzakdoğu sporlarını öğrenen doktor, belki bu karateyi hayatı boyunca hiç kullanmayacak. Saldırılara karşı caydırıcı bir yöntem diye düşünüyorum. Çünkü hangi birimiz karate veya tekvando bilen birine sataşırız. Biz ancak gücümüzün yettiğine horozlanırız. Dayak yiyeceğimizi bildiğimiz biriyle bir sorun yaşarsak hemen alttan alırız.

Nasıl beğenmediniz mi benim çözüm önerimi? Benden bu kadar! Varsa sizin bir öneriniz, buyurun! Sizi tutan mı var? Amaç üzüm yemek değil mi?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde