Ana içeriğe atla

Bu Doktorlardan Ne Çekecek Vatandaş Böyle! ***


Gün geçmiyor ki bir şehrimizden doktora darp vakası haberi  gelmiş olmasın. Sanki sıraya girmiş gibi millet! Gelen vuruyor, giden vuruyor. Zaman zaman hızını alamayan hasta veya hasta yakını tarafından öldürülüyor da doktorlar.

Kimi doktoru beğenmiyor, kimi teşhisini, kimi davranışını. Kimi ilgi görmediğinden veya yeterince açıklama yapmadığından şikayetçi. Kimi doktor çağırıldığı yere çabuk intikal etmediğinden, kimi de yerinde bulunamadığından dertli. O zaman bu işi ne çözer? En hafifinden dayak çözer. Vur abalıya ondan sonra. Eline ne geçerse artık! Tuğla, kiremit, taş, silah, bıçak vs. Allah ne verdiyse...

Çözüm mü bu? Yazık değil mi bu vatandaşa? Hastaneye geldiği zaman adam gibi ilgiyi bu vatandaş ne zaman görecek? Ne zaman doğru-dürüst muayene olup tedavi olacak? Bu vatandaş işini dört dörtlük yapan, işinin ehli doktorları öldükten sonra mı görecek? Ne zaman bitecek bu vatandaşın çilesi? Şifa bulmak için hastaneye gelen bu insanları uyguladığı şiddetten dolayı ifade vermesi  için bir de karakola götürmek ne derece doğru? Sonra vatandaş doktor dövmeyip de ne yapsın? Ayrıca döv döv...nereye kadar? Hangi birini düzeltecek vatandaş bu şekilde? Yazık değil mi o doktora vuran ellerine? Yok mu bu doktorlardan vatandaşlarımızı koruyacak bir mekanizma? Neredesin devlet? Niçin görevini yapmıyor, adam gibi doktorlar yetiştirmiyorsun? Bu doktorları öyle eğit ki hastaları kapıda çiçeklerle karşılasın. İçeri girdiğinde hoş geldiniz, nasılsınız desin. Muayene sırası geldiği zaman öncekiyle ilgileneceğim diye vatandaşı kapının önünde bekletmesin. Bekleme salonunda yeterince koltuk yoksa ayarlasın, hastanın istediği ilacı yazsın, öyle muayene etsin ki hastamız bir daha hastalanmasın. Hasta veya yakını hastalıkla ilgili açıklama istediği zaman doktor işini gücünü, hasta almayı bırakarak hastanın anlayacağı şekilde hastalığını tane tane anlatsın. Yazdığı reçeteyi hastaya vermeden hasta muayenehanede beklerken koşup alıp gelsin, ilacı aldıktan sonra hangi hapı ne şekilde kullanacağını bir güzel anlatsın, ardından güle güle demesin, hastayı bu şekilde kendi başına göndermek doğru olmaz. Aracını çevirip hastayı evine veya gideceği yere götürsün, ardından "Efendim! Çok geçmiş olsun, Allah beterinden saklasın, bir kusurum olmuşsa özür dilerim, kendini kötü hissedersen şu benim numaram; gece-gündüz çekinmeden beni arayabilirsiniz," desin.

Demek istediğim doktorlara doktor olmadan ve muayeneye başlamadan önce polikliniğine gelen velinimeti hastaya ve onun değerli yakınlarına ne şekilde davranması gerektiği öğretilsin. Bir de teşhis ve tedavide hata yapmasın. Şayet dediklerim yapılmaz ve yerine getirilmez ve inat etmeye devam edilirse dayak yemeyen doktor kalmayacak. Olan doktorlara olur. Ha ne olur, vatandaş biraz fazla efor sarf etmiş olur. Biraz da eli acır. O kadar!



*** 26/07/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde