22 Temmuz 2018 Pazar

Eleme Usulünün Talebeleri *

Ülkemizin eğitim ve öğretiminden memnun olanımız yok gibidir. Eğitim ve öğretimdeki sorunu çözmek için denemediğimiz sistem kalmadı. Sağa koyduk olmadı, sola koyduk olmadı. Her birimiz “Ne olacak bu eğitim ve öğretimin hali” der dururuz.  Yeni Bakan Ziya Selçuk ile birlikte “Eğitim ve öğretim alanında neşter vurulacak, sorunlar çözülecek, eğitim ve öğretimimiz iyiye gidecek” şeklinde öğrencide, velide, öğretmende, idarecide ve toplumda olumlu bir hava oluşmuş durumda.
Bugünlerde Bakanlığının üç yıllık yol haritasını açıklayacak olan Selçuk, tüm tarafları memnun edebilecek mi? Bunu ilerleyen zaman gösterecektir. Bakanın basın toplantısında açıkladıklarından radikal karar ve yeni bir sistemden ziyade mevcudu onarmayı tercih edeceğini anladım. Sayın Bakanın camiaya kattığı hava devam etsin, eğitim ve öğretime başarı gelsin isteniyorsa paydaşların, sorunun temelinde kendilerinin olduğunu ve bunun çözümünün de taşın altına elini koyması gerektiğini bilmesinden geçer. Eğer taraflar kendini temize çıkarıp suçu başkasına atıyorsa Bakanla birlikte oluşan hava kısa zamanda dağılıp gidecek, yerini ümitsizliğe bırakacaktır. Herkes kendisiyle yüzleşmelidir: Ben ne kadar üzerime düşeni yapıyorum demelidir. Hepimiz beklentileri yüksek tutup beklentimiz oranında bir çaba sarf etmediğimiz müddetçe bu alanda bir mesafe kat edemeyiz.
Sayın Bakan iki ay içerisinde üç yıllık bir program açıklayacağını söyledi. İnşallah tüm kesimleri motive edecek bir program olur. Yalnız eğitim ve öğretimle ilgili Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok. Doksandan önce bu ülke insanının okuduğu eleme sistemi bu ülkenin yararına olduğunu düşünüyorum. Hiç unutmam lise birinci sınıfta bir üst sınıfa Fizik dersinden sorumlu geçen bir arkadaşım, lise ikinci sınıfta da yine Fizikten kaldı. Başaramadığı ders sayısı iki olunca o arkadaşım bir sene kaybetmiş, akranlarından geride kalmıştı. Arkadaşımın kaldığını gören akranları, “Bu işin şakası yok, bak Hasan Hüseyin kaldı, biz adam gibi derslerimize asılalım deyip kendilerini derslerine verdi, Hasan Hüseyin de eşekten düşen biri olarak bir daha sınıfta kalmadı.
Bu ülkede 90’lı yıllardan itibaren öğrencinin sınıfta kalmaması üzerine devlet bir politika geliştirdi. Öğrencinin kalmaması için Bakanlık her yolu denedi: “Kalan bir öğrencinin devlete maliyeti şu kadar” hesabı yapıldı. Devamsızlıktan kalmadığı müddetçe öğrenci kolay kolay sınıfta kalmadı. Kim hangi öğrenciyle başlamışsa hiç fire vermeden mezun oldu. Eğitim ve öğretimle ilgili topuğumuza sıkıldığı dönemdir bu dönemler. Çünkü kalanın devlete maliyetinin hesabını yaparken sınıfını geçen sorumlu öğrencileri kaybettiğimizi bir türlü anlamak istemedik. Hele 2000’lerden sonra ana sınıfından başlayan tüm öğrenciler ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite bitirinceye kadar kimse arkadaşını kaybetmedi. Ortada sınıf geçmekten ibaret olan kolektif bir başarı var. Ama kimse memnun değil bu başarıdan.
***
Yıl 1979. Ortaokul okumak için Konya Merkez İHL'nin orta kısmına kayıt yaptırdım. Bina yetersiz olduğu için sınıfımız Hacı Veyis Zade Talebe Yurdu birinci katındaydı. Sınıf mevcudumuz 66 kişi idi. Bir ara 69'a çıktı. Yeniden 66'ya inmişti. Her birimiz üçer kişi otururduk sırada. Yılsonunda kimimiz kaldı, kimimiz ikinci sınıfa geçti. İkinci sınıfa merkez binanın B blokunun zemin katında başladık. Mevcudumuz yeni nakil gelenlerle birlikte yine kalabalıktı. 

Orta üçüncü sınıfı bitirip lise bire başladığımızda üç yıl önce birlikte başladığımız sınıf arkadaşlarımızın bir kısmı sınıfta kaldı, bir kısmı düz lisede devam etmek için Gazi ve Karatay Lisesine, bir kısmı da meslek öğrenmek için Konya EML'ye gitti. Yeni nakil gelenlerle birlikte lise biri okuyup lise ikiye geçince sınıfımız "G" şubesi ile birleştirildi. 6.sınıfı okumak için geldiğimizde hep "F" şubesi olarak okuduğumuz sınıfımız 6C sınıfı oldu. 7.sınıftan "C" şubesi olarak 43 kişiyle mezun olduk.
21/07/2018 Cumartesi günü yıllardır rutin hale getirdiğimiz olağan 7C sınıf pikniği için sınıfımızdan bir arkadaşımızın bağ evinde bir araya geldik. 35'e yakın kişiydik. Hal-hatır ve hoşbeşten sonra çaylarımızı yudumlarken yanımda oturan iki arkadaş, "Orta bire başladığımız arkadaşlardan kaç mezun varız" dedi. Yanındakiyle sohbet eden arkadaşlara bir göz attım. "Şu anda 12 arkadaş var burada. Üç tane de katılamayan var. Toplam 15 kişi mezun olmuşuz" dedim. 66 kişilik mevcuttan kala kala 15 kişi mezun olmuş. Başarı yüzdemiz 22,72. Bu demektir ki mevcudun yüzde 77,27'i elenmiş. 
Arkadaşlara tekrar bir göz attım. Aşağı yukarı her meslekten arkadaşımız var sınıfımızdan. İçlerinde öğretmen, işçi, din görevlisi, esnaf, iş adamı, doktor, mühendis, muhasebeci, akademisyen, rektör, şube müdürü, daire başkanı, avukat, eczacı, müdür, belediyeci...var. Hepsi de mesleğini en güzel şekilde ifa ediyor.
Piknikte yedik, içtik, hasbihal ettik, namazlarımızı kıldık. Gecenin ilerleyen vaktinde birkaç yıldır evini bize açan ve pikniğin masrafını çeken ev sahibi Ahmet Baydar'a teşekkür ederek önümüzdeki yıl buluşmak üzere vedalaşıp ayrıldık.
Niyetim okuduğum okuldan ve sınıf mevcudundan bahsetmek değildi. Arkadaşları görünce o anda içimden "İşte eleme usulünün talebeleri" dedim. Malum son yıllarda eğitim ve öğretimle ilgili sistem tartışmaları eksik olmuyor. Her gelen bakan sorunu çözeceğim diye uğraşıyor, sistem değiştiriyor. Eğitim ve öğretimimiz iyiye gideceği yerde daha da kötüye gider şekilde bırakıp gidiyor. Herkes çözüm arıyor. Ama kimse 90 öncesi eğitim ve öğretimimize göz atmıyor. 
Bizim okuduğumuz dönem ilkokuldan sonra okumanın zorunlu olmadığı dönemdi. Anne baba okusun diye çocuğunu yazdırır, birkaç yıl test ederdi. Baktı ki çocuğu okuyor, yolunu açar; "Aman oğlum/kızım oku" derdi. Dersleri zayıf, sınıf tekrarına kalıyor ve düşe-kalka yol alıyorsa baba hiç sağına soluna bakmadan tutardı çocuğunun elinden; gel oğlum! Sen en iyisi bir meslek öğren, bu böyle olmayacak" derdi. Kimimiz okumayı, kimimiz meslek öğrenmeyi seçti o yıllar. Kimse açıkta kalmadı. İşsizlik yaşamadı. Sanayi çıraksız kalmadı. Çünkü o zamanlarda demir tavında dövülür, herkes bir durum değerlendirmesi yapar, yeni bir yol haritası belirlerdi. Sınıfta kalarak elenen çocuk da kendini kurtardı, sınıfta kalmayıp okuyan da. 
Günümüzde herkesi okutacağız düşüncesiyle önce 8, ardından 12 yıl okumayı zorunlu hale getirdik. 18 yaşına kadar -istesin veya istemesin, başarsın ya da başarmasın- herkes okuyor. Nasılsa kolay kolay kalma yok. Kalma olmayınca eleme de olmuyor zaten. Çünkü günümüzde sınıfta kalmak için bir öğrencinin çok uğraşması lazım. Kakalamaca liseyi bitirenin 18'inden sonra önünde bir seçenek kalmıyor. Önünü de görmüyor. Bu yaştan sonra istihdam alanı olan bir alanda yükseköğretim varsa var; yoksa ne meslek öğrenilir, ne de bir başka şey. Eleme sisteminin olmadığı, herkesin okumak zorunda olduğu bu sistem bir fabrikanın seri üretimi gibi bol mezun veriyor. Her mezunun büyük bir çoğunluğu işsizler ordusuna katılıyor. 
Eğitim ve öğretimimizde 90'lı yıllardan sonra devlet politikası haline gelen bu kafadan vazgeçmedikçe işsizler ordumuz daha da artacaktır. Geçmişten tek farkı, günümüz işsizleri okumuş işsiz olacaktır. Gelin çok zaman kaybettik. Daha fazla zaman kaybetmeden 90 öncesi eleme usulüne geçelim. Bundan başka da bir çaremiz yok gibi.
* 30 Temmuz ve 01 Ağustos günlerinde ("Eleme Usulünün Talebeleri 1 ve 2) Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder