Ana içeriğe atla

MEB'den Beklediklerim *

Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte üçüncü cumhuriyet adı verilen döneme girmiş olduk. Devlet yeniden yapılanıyor. Buna rektifiye oluyor da diyebiliriz. Yeni sisteme göre bakanlarımızın ataması yapıldı. Gözlemlerime göre atanan bakanlar hakkında kamuoyunda müspet bir bakış söz konusu. Ama bir bakanlık var ki oraya atanan bakanla ilgili gerek sosyal medyada, gerek sokakta olumsuz bir kanaate sahip olanı görmediğim gibi herkes onu bakanlığa yakıştırdı ve üzerinde anlaştı. Adını duyan heyecana kapıldı. Eğitim ve öğretimle ilgili büyük beklentiler içerisine girdi. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan bahsediyorum.


Normal şartlarda yıllardır kronikleşmiş ve bitkisel hayat yaşayan eğitim ve öğretim sorunumuzu bugünden yarına Ziya Selçuk’un da çözebilmesi mümkün değil. Çünkü kimsenin elinde sihirli bir değnek yok, Ziya Selçuk’un da. Şimdi herkes Sayın Selçuk’tan sistem değiştirmesini bekleyecek, belki de değiştirecek. Çünkü bu alandaki sorunu hep sistemlerde gördük hep. Sorun sistemde mi? Belki de en az suçlu olanı sistemdir.


Eğitim ver öğretimin bugün can çekişmesinin nedeni önce iyi tespit edilmeli, sonra çözüm yolları bulunmalı. Bana göre eğitim ve öğretimin bu duruma düşmesinin en büyük nedeni öğrenci, veli, öğretmen, ast ve üst yöneticiler ve devlet yetkililerinin beklentileridir. Herkesin doktor, mühendis, hukukçu olmak istediği bir eğitim sisteminde herkes istediğini alamayınca elbette bir hoşnutsuzluk olacaktır. Beklentilerimizi gözden geçirmediğimiz, ayaklarımız yere basmadığı, kapasite ve imkanlarımızı tartmadığımız müddetçe en iyi sistemi getirsek yine verim alacağımızı düşünmüyorum. Sayın bakanın getireceği sistem değişikliği beklentilerimize cevap vermezse hayal kırıklığı yaşayacağımızı şimdiden söyleyebilirim. Çünkü bizde hangi sistem uygulanırsa uygulansın amaç paydaşların hepsini memnun etmeye yöneliktir. Bu mümkün mü? Asla mümkün değil. Herkese mavi boncuk dağıtmak üzerine kurulu bir sistem bir müddet sonra kimseyi memnun edemez hale gelir. Eğitim ve öğretimde bugün geldiğimiz nokta, geçmiş denediklerimizin acı bir sonucudur.


Sayın Bakan sistem değişikliğine gider mi, mevcut durum üzerine iyileştirme mi yapar bunu zaman gösterecek. Ama kamuoyunda oluşan olumlu havayı görünce Sayın Selçuk’un yükü bir kat daha artmış oldu. Çünkü Ziya Selçuk ile birlikte beklentiler arttı, herkes umutlandı. Toplum açık çek verince her icraatında insanımız “Bakanın bir bildiği var” diyecek. İnşallah bu olumlu hava uzun süre devam eder. Bakan da MEB’in gediklisi olur.


Çiçeği burnunda Bakanımız icraata başlamadan acizane eğitim ve öğretimle ilgili önerilerimi sayfam el verdiğince kısaca değinmek istiyorum:


1.     Haftalık ders yükü 25-30 saate indirilmelidir. Bunun için aynı branşın okuttuğu dersler birleştirilmeli, bu mümkün değilse dersin haftalık ders saati dengeyi bozmayacak şekilde düşürülmeli. Bu da mümkün değilse her ders her yıl okutulacak anlayışı, bazı yıllarda okutulacak şekilde düzenlenmelidir.

2.     Tam gün eğitime geçilmelidir: 09.00-13.00 arası; ders, 14.00-16.00 arası; etüt, sosyal faaliyet, pratik eğitim, ek ders vb yapılacak şekilde haftalık, aylık planlama…

3.     Tam gün eğitim ve öğretim için bina yeterli değil eleştirisi getirilebilir. Bunun için okulların -ilkokul hariç- her bir kademesine eleme usulü, yani sınıfta kalma uygulaması getirilmelidir. “Ben okumak istemiyorum, beni zorlamayın, zorla güzellik olmaz…” şeklinde notları, hal ve hareketleriyle bas bas bağıranları hedefi olan öğrencilerin içinden çekip almak gerekiyor.

4.     8.sınıfın sonunda lise, 12.sınıfın sonunda üniversite tercihi için yapılan merkezi sınav kaldırılmalıdır. 5.ve 9.sınıf dışında öğretmenin dersinden sınav yapması uygulamasından vazgeçilmelidir. Bunun yerine 6,7 ve 8.sınıfın, 10,11 ve 12. sınıfın her bir döneminde merkezi sınav yapılmalıdır. Sınavlarda sorulacak konular TEOG’da olduğu gibi önceden herkes tarafından bilinmelidir. Öğrencinin üç yıl ortalaması lise/üniversite seçiminde kullanacağı puan olmalıdır.  Belli bir puanın altında kalan öğrenci lise/üniversite tercihinde bulunamamalı, örgün öğretim yerine açıktan okuma zorunluluğu getirilmelidir. Açıktan okumak zorunda kalan öğrencilerin bir zanaat öğrenecek şekilde yönlendirilmesi yapılmalıdır.

5.      Öğretmene ölçülebilir ve objektif performans sistemi getirilmelidir: Bunun için öğretmen aldığı öğrencinin sınıf seviyesini bilmelidir. Bakanlığın öğretmene, öğretmenin öğrenciye yaptırımı olmalıdır. Sorumluluk+yetki gibi. MEB’in üzerinde çalıştığı performans uygulaması hiç yürürlüğe konmamalıdır.
6.     Öğretmen alımında, idareci görevlendirmesinde mülakatın her türlüsü kaldırılmalıdır. Bunun yerine yazılı sınav kriteri tek şart olarak konmalıdır. Sınav puanına göre atanan kişi objektif kriterlere göre belirli periyotlarla denetime tabi tutulmalıdır. Görevini ihmal eden veya yapmayan/yapamayan kişi asli görevi olan öğretmenliğe döndürülmelidir.

7.     Okullar öz/üvey evlat şeklinde bir ayırıma tabi tutulmamalıdır. Tüm okullar devletin öz evladı olduğu hissettirilmelidir.

8.     Derslere önemli/önemsiz muamelesi yapılmamalı: Fen Bilimleri, Türkçe-Matematik ve Sözel dersler arasında bir denge kurulmalıdır. Sayısal derslere önemin önemini atfedip diğerlerini es geçmek veya etkisiz eleman muamelesi yapmak doğru değildir. Bu ülkede sayısal zekaya olduğu kadar diğer alanlarda da yetişmiş elemana ihtiyaç vardır.

9.     Öğretmenin atama ve tayin işleri dört yıldan yıla yapılmalıdır. Eş durumu gibi mazeret tayinleri bir eşin diğerinin yanına gitmesinden ziyade devletin ihtiyacı olan yerde eşleri birleştirecek şekilde düzenlenmelidir. Her türlü atama ve görevlendirmeler eğitim ve öğretim açılmadan yaz döneminde yapılmalıdır.

10. Eğitim ve öğretimde öğrencinin, velinin, öğretmenin, okul müdürünün, il-ilçe yöneticilerinin ve milli eğitim yöneticilerinin görev ve sorumlulukları açıkça belirlenmeli, herkes yetki ve sorumluluk alanını bilmelidir.

11. Ek ders, özel ders, ilave ders, takviye ders, etüt, kurs vb ad altında okulda veya dışarıda öğrencinin ders almasının önüne geçilmelidir. Her öğrenci okuldan öğrendiği haliyle eşit bir şekilde sınavlara girmelidir.

12. MEB’in iç ve dış paydaşları aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya sorumluluk ve yetkilerine göre hesap sorabilir ve hesap verebilir olmalıdır.
13. Haziran ve eylül dönemlerinde öğretmenlerin ikişer haftalık yaptığı mesleki çalışma kaldırılmalıdır. Seminer dönemi devam edecekse haziranda bir yılın değerlendirilmesi, iyi bir analizinin yapılması, eylül de ise yeni öğretim yılının planlanması gibi işlerliğe büründürülmelidir.
14.  Okullarda eğitim ve öğretim eylül ilk hafta başlatılmalı, haziran son hafta sona ermelidir…

15. Öğretmenin gelişmesine dönük yapılan her türlü seminer, kurs, konferans, panel vb etkinlikler eğitim ve öğretimin devam ettiği günler içerisinde yapılmamalıdır. Öğretmen dersinden alınarak kursa tabi tutulmamalıdır.
16.  Öğretmenin gelişmesine bağlı olarak açılacak kurs, seminer ve yapılacak toplantılar il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri bünyesinde tahsis edilmiş çok amaçlı salonlarda yapılmalıdır. Müdürlük binasında salon tahsisi mümkün değilse öğretmenin kolayca ulaşabileceği bir yer belirlenmelidir. Mahalli seminer veya zümreler için öğretmen okul okul gezdirilmemelidir.
17.  Merkezi seminerler yapılacaksa seminer yeri olarak beş yıldızlı otel yerine devlete ait olan hizmet içi enstitüleri tercih edilmelidir.

* 18 ve 21 Temmuz tarihlerinde  1-2 şeklinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde