Ana içeriğe atla

Anam Babam Usulü Eğitim

—Eğitim ve öğretimimizi nasıl görüyorsun?
—İçler acısı dense yeridir.
—Aslında eğitim ve öğretimi düze çıkarmak için çok şey yapıldı ama...
—Yapıldı yapılmasına ama sonuç ortada. Her şeyin başı kabul ettiğimiz eğitim ve öğretimimiz yerlerde sürünüyor.
—Sıkıntı nedir sence?
—Bildik sistemleri sık sık değiştirmekten, mevcut yeni getirdiğimiz sistemden sonuç almadan yeni sistemi bir oldu bittiyle getirmekten bitap düştük. Maymun iştahlı olduk hep. Hangisini getirirsen getir daha da dibe gidiyor ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
—Değiştirmek iyi değil mi?
—Ben pek anlamam ama Amerika'yı yeniden keşfe kalkıyoruz her defasında.
—Ne önerirsin?
—Anam babam usulünü.
—Hiç duymadım. Eski köye yeni adet getirme.
—Yeni değil. Uzun yıllar dede ve babalarımız uyguladı bu sistemi.
—Deden ve baban belki ilkokul mezunu bile değil. Bunlar ne anlarlar eğitim ve öğretimden. Şimdilerde sistem ortaya koyanlar, fikir babaları ve savunanları akademik kariyer yapmış, sahasında ilmin zirvesine çıkmış kişiler.
—Sorun onlarda zaten.
—Nasıl?
—Bugün anlarız diye eğitim ve öğretime yön vermeye çalışanların çoğu halktan kopuk, eğitim ve öğretimden uzak kişiler. Tıpkı halktan kopuk dünün askeri gibi. Onlar da dünyayı nizamiyenin içinden ibaret sanıyorlardı. Öyle olmadığını anlamaları çok uzun sürdü. Bugün üniversitelerde kariyer yapmış kişiler ilkokul, ortaokul ve lise eğitimine fransızlar. Bilmeyebilirler. Sıkıntı bilmediklerini bilmemelerinde. Sahasında uzman olabilirler ama bu, onların eğitim ve öğretimden anladıkları anlamına gelmez.
—Anam babam usulü ne öyleyse?
—Çocuk ilkokulu bitirdikten sonra önce dinini, diyanetini öğrensin diye bir yıl Kur'an kursuna gönderirdi. Ardından ortaokula veya imam hatip lisesine yazdırırdı. Okula gönderdikten sonra bir daha okula uğramazdı. Veli toplantısı nedir bilmezdi. Sene sonu karneyle eve geldiğin zaman olup olmayacağına karar verirdi. Karnen iyiyse "Aferin oğlum! Oku, benim gibi cahil olma. Gerekirse evi-barkı satar, seni okuturum. Sakın benim gibi cahil olma" derdi. Zayıfın çoksa veya sınıf tekrarına kalmışsan "Gel oğlum! Anlaşılan sen okumayacaksın. Tam bana çekmişsin. İyi bir meslek öğren hiç olmazsa" deyip elinden tutar, tanıdığı bir dostuna "Eti senin, kemiği benim, senin gibi bir usta olsun" diyerek teslim ederdi. Ya da derslerin sene sonunda biraz vasatsa aklı başına gelsin, zorluğu görsün, burnu biraz sürtülsün diye yaz dönemi bir esnafın yanına çalışman için verirdi. Zoru gören sene içinde dört elle dersine sarılırdı. Kalan bir meslek öğrenirdi. Anlayacağın herkes okumazdı. Bu usulden herkes faydalanırdı. Elene elene okullarda sadece okumak isteyenler kalır, diğerleri küçük yaştan itibaren bir meslek öğrenirdi. Küçük-büyük hiçbir zenaat çıraksız kalmaz. Usta-çırak ilişkisi çerçevesinde eğitim ve öğretim devam eder, hiçbir meslek çıraksız kalmazdı. Herkes hayatı öğrenirdi bulunduğu yerde. Şimdi okuyacak olanı da okumayacak olanı da aynı potada eritip herkesi okutmaya çalışıyoruz. Herkes başarsın, başarmasın her sene sınıf geçiyor. Sınıf geçmek için başarı kriteri yok çünkü. Herkes olmak zorunda olunca çırak, kalfa usta doğal olarak bulunamıyor. Bugün meslekleri deruhte edenler kendi işinin hem çırağı, hem kalfası, hem ustası, hem de patronu. Kendisiyle beraber mesleği de sona erecek.
—İlginç!
—Bu anam babam usulüyle toplumda adı konmamış bir iş bölümü oluşurdu. Şimdi herkes okuyor.
—Okumak iyi değil mi?
—İyi de çoğu okuma nafile bir çabadan ibaret. İstihdam alanı yok. Esas sorun bundan sonra yani okuduktan sonra başlıyor. İşin garibi anam babam usulünden herkes memnundu. Şimdi kimse memnun değil. O zaman okuyan, okumayan, zenaat öğrenen herkes kendi işine yoğunlaşır. Kimse kimsenin alanına müdahale etmezdi.
—Ne demek bu?
—Herkes yerini, yurdunu yani haddini bilirdi, durumuna razı olurdu. Kimse rızık endişesi taşımazdı. 
—İyiymiş bu anam babam usulü.
—Hem de ne iyi.
—Ve babalarımız bizi bizden daha iyi bilirdi. Kimseyi memnun etmeye çalışmazdı. Bizi bize bırakmazdı. Şimdiki sistemde ne ana baba, ne öğretmen kimse kimseyi bilmiyor, tanımıyor. Şimdi sorarım sana anam babam mı arifmiş, eğitim ve öğretimden anladığını sanan isminin önünde ünvanı olan kişiler mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde