Ana içeriğe atla

Doktor ve İki Polis Bu Vebalden Nasıl Kurtulur? ***

Türkiye, birkaç gündür Giresun'da evde bakım hizmeti alan yatalak eşi için ilaç yazdırmaya giden 82 yaşındaki  amcaya; doktorun ve polisin reva gördüğü nahoş muamele ile çalkalanıyor.  Ne doktorun yaptığı, ne de polislerin yaptığı yenilir tutulur cinstendir. Olayın neresinden bakarsanız elinizde kalır. Bir akıl tutulmasıdır.

Olayı tetikleyen baş aktör ya da baş tetikçi doktorumuz namı diğer aile hekimimiz. Olay evde bakım hizmet raporu olan yatalak bir kadının ilaçlarını yazmak için doktorun "İlla hastayı göreceğim" diye tutturmasıyla başlar. Amcanın "10 yıldır yatağa bağlı olarak yaşayan eşimi nasıl getirebilirim" ısrarı doktor için bardağı taşıran son damla olur. Baktı ki olmayacak belki de ölüm vb. risk durumunda başvurması gereken "Beyaz Kod" yoluna başvurur. (Bu vesileyle doktorların kendilerini koruma amaçlı beyaz kod isimli bir yollarının olduğunu da öğrenmiş olduk.)

Haydi diyelim ki doktorumuz, ihtiyar amcanın yürümesine kolaylık olsun amacıyla kullandığı bastonu silah sandı, korktu. Can havliyle beyaz koduyla "imdat" dedi. Polisler de doktoru korumak ve kurtarmak amacıyla olay yerine intikal etti. Baktılar ki olay mahallinde karşılarında bastonuyla zar zor yürüyen, derdini tam anlatamayan, belki de okur-yazar olmayan yaşlı bir amca var. "Bey amca, gel derdini kaymakama/valiye anlat" deyip götüremezler miydi? Polislerden beklenen soğukkanlı davranmalarıydı bir defa. Hatta doktora da dönüp "Doktor Bey! Sana Bakanlığın bu beyaz kod imkanını böyle basit işler için kullanasın diye mi verdi. Bu amcanın ahı gitmiş, vahı kalmış, eti ne, budu ne" demeliydiler. Ama vatandaşın güvenliğinden sorumlu iki polisimiz mal bulmuş mağribi gibi amcaya önce biber gazıyla müdahale ediyor, yere yatırıp kelepçe takıyor, yerde sürüyor ve vuruyorlar. Mübarekler! Sanki teröristle mücadele ediyorlar. Bu polislerin yaptığını polisliğe ilk adımı atan polisler yapmaz. Madem bu kadar beceriksizsiniz, olmadı yanınıza 8-10 daha polis alsaydınız. Hatta çevre illerden destek isteseydiniz. Ardından da üzerine tazyikli su sıksaydınız rahmetliyi definden önce bir güzel yıkamış olurdunuz. 

Yazıklar olsun sizin polisliğinize! Size ne ceza verilir bilmem ama size verilecek en büyük ceza, sürüklerken ölümüne sebebiyet verdiğiniz o amcanın gözünüzün önünden hiç gitmemesi olacaktır. İnşallah kabusunuz olur. Tabi zerre kadar vicdan varsa sizde! Unutmayın ki bu dünyada alacağınız hiçbir cezanın ehemmiyeti yok. Siz esas mahşerde bu amcayla karşılaştığınız zaman ne yapacaksınız? Yüzüne nasıl bakacaksınız? Bence siz soruşturma ve incelemeyi beklemeden istifa edin. Varsın sizden gelecek güvenliğimiz eksik kalsın. Zaten siz bu kafayla hiçbir suçu bastıramazsınız. Gücünüz sadece masum insana yeter. Size ne ülke emanet edilir, ne silah verilir, ne de polis elbisesi giydirilir. Polis olmak için biraz beyin lazım, akıl lazım. Siz çalıştığınız kurumdaki meslektaşlarınızın yüz karasısınız.

Gelelim doktor sana! Doktor olup insanımızı muayene etmek için okumadığın tıp kitabı kalmamıştır. Bu uğurda 6-7 yıl dirsek çürütmüş, uykusuz sabahlamışsındır. Çünkü tıp okumak kolay değil. Üstelik tıp okuduğuna göre zeki birisin. Ama gördüğüm kadarıyla çok zeki olman bir işe yaramamış. Deden yaşındaki adama eziyet etmeyi marifet sanmışsın. Belki de çok okuduğun için halkın içine hiç girmedin. Evde bakım hizmeti alması için raporu olan kadın mutlaka sistemde kayıtlıdır. Kadının gelemeyeceğini bile bile "O hasta buraya gelecek" demek tamamen bir işgüzarlıktır. Haydi mevzuattır ve prensibindir, hastayı görmeyince yazmıyorsun. Bırak adam bağırıp çağırıp gitsin. Ne diye tehlike var anlamına gelen beyaz kodu harekete geçiriyorsun. Madem hiç sorun yaşamayacaksın, lafa-söze tahammülün yok, canın da kıymetli. O zaman masanın gözünde tabanca taşı. Maazallah polis gelinceye kadar can güvenliğin tehlikeye girer, rahmetli amca suç aleti bastonuyla seni yere serer. Yazık olmaz mıydı sana o zaman. Böyle durumlarda silahına başvurur, Karadenizlilerin deyimiyle "Vurdim oni" derdin. Bence sen ve o iki polis eğer bu işi yapmaya devam edecekseniz şimdilik işi-gücü bırakın, devlet istediğiniz kadar size izin versin. Gidin ilk önce adam akıllı bir iletişim dersi alın, vatandaşa nasıl davranılır onu öğrenin. Bu iş öyle beline silah takmakla, boyundan stetoskop sarkıtmakla olmaz. Sizde insanlık damarı eksik, merhamet damarınız da yok. 

İnsanlık, merhamet ve iletişim dersi aldıktan sonra bundan sonraki hayatınızı marifetinizle ölümüne sebebiyet verdiğiniz amcanın yatağa bağlı yaşayan hanımına hizmet etmeye adayın. O kadının karşısında el pençe durun, hizmette kusur etmeyin, sürekli helallik dileyin. Kendinizi affettirmeye çalışın. Biraz vicdanınız varsa "Biz ne halt ettik böyle" diye durmadan gözyaşı dökün.

Devletimiz sadece size iletişim, halkla ilişkiler dersi vermekle kalmasın. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan, çalışmak için sınavlara giren herkese, vatandaşa ne şekilde davranması gerektiği, hangi sorunlarla karşılaştığında ne yapması gerektiğinin dersini versin. Bu iki polis ve doktoru, vefat edinceye kadar yatalak teyzenin hizmeti ile görevlendirsin. Sağlık Bakanlığı da "Hastayı görmeden ilaç yazılamaz" mevzuatını hangi hallerde hasta görülmeden ilaç yazılır istisnalarını açıkça belirtmesinde fayda vardır. Böylece doktor, hasta ile mevzuat arasında ikilemde kalmamış olur.

Not: Olayı, basından okuduğum kadarıyla tek taraflı olarak değerlendirdim. Amcanın olayın gerisinde ne yaptığını bilmiyorum. Doktorun ve iki polisin yaptığını tüm doktor ve polislere teşmil etmiyorum. Geneli tenzih ederim. Çünkü görevini layıkıyla yapan nice doktor ve polisimiz var.



*** 02/08/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde