Ana içeriğe atla

Eğitim ve Öğretimde Herkesi Memnun Etmek İstemenin Bedeli

Milli Eğitim Bakanlığından bir yetkili yeni ortaöğretim yerleştirilmesiyle ilgili tercihlerinden herhangi bir okul türüne yerleşemeyen öğrenci ve velilerine yönelik olarak "Hiçbir öğrenci, istemediği bir okul türünde okumayacak" açıklamasında bulundu. Öğrencilerin teveccüh gösterdiği Anadolu Liselerinin kontenjanlarını artırdıklarını, bunun için talep olmayan bazı meslek liselerini ve İHL'leri Anadolu Lisesine dönüştürdüklerini, kullanılmayan bazı ek binaların kullanımı için onay verdiklerini sözlerine ilave etti. Gerçi bu yeni sistemle birlikte Eski MEB Bakanı da tercih döneminden önce aynı minvalde açıklamalar yapmıştı. 

Sayın Genel Müdürün bu açıklaması kulağa hoş gelen bir açıklama. Veli ve öğrenci memnuniyeti esas alınmış bu kontenjan artırımında. Umarım veli ve öğrenci memnuniyetine dayalı Anadolu Liselerinin kontenjan artırımından bu okulları tercih eden öğrenci dört yıl sonra aynı memnuniyetini devam ettirir. 

Fen, Sosyal Bilimler, Anadolu ve İHL'leri tercih eden çocuklar "Ben yüzde yüz üniversite okumayı kafaya koydum, bu okullar vasıtasıyla başarılı olacağım, üniversiteyi bitirdikten sonra devlet sektöründe masabaşı iş yapacağım, bunun dışında meslek öğrenme gibi bir niyetim yok, gözüm de yok..." demek istemektedir. Niyet halis ve berrak. İnşallah akıbeti de hayır olur diyeceğim. Zorla güzellik olmaz. Veli ve çocuk meslek lisesinde okutmak/okumak istemiyorsa yapılacak bir şey yok şu aşamada. Bize hayırlı olsun demek düşer. Zira zevkler ve renkler tartışılmayacağı gibi tercihler de sorgulanmaz.

Şimdi gelelim madalyonun öbür yüzüne... Senede liselerden bir milyonun üzerinde bir öğrenci mezun oluyor, önceki yıllardan birikmişlerle birlikte her yıl üniversiteye girmek için iki milyondan fazla öğrenci sınava giriyor. Bu iki milyondan ilk iki yüz bine giren öğrencilerin tercih ettiği bölümlerden mezun olan öğrenciler devlet sektöründe görev almak için yıl/yıllar kaybetse de eninde sonunda girebiliyor. Başarıda belirttiğim sıralamayı yakalayamayan öğrenciler üniversitenin bir bölümünden mezun olsalar da iş bulmaları zor mu zor. Burada mevzubahis olan sayı, üç-beş değil; 1.800.000 öğrenci. 24-25 yaşında üniversiteyi bitirdikten sonra KPSS sınavında başarılı olmak için emsallerine iyi bir fark atması gerekiyor. Haydi başarılı oldular, devletin her yıl iki milyon insana masabaşı iş vermesi mümkün değil. Bunu bile bile aynı delikten veli ve öğrenci her yıl girmeye çalışıyor. İşin garibi bu aşamadan sonra öğrencinin bir meslek öğrenmesi, yeni bir işe yönelmesi de zor.

Sonu hüsran ve pişmanlık olan bu genel lise okuma sevdasını niçin sürdürürüz? Devlet, millet, öğrenci ve veli bu gerçekle niçin yüzleşmek istemiyoruz. 24-25 yaşından sonra her yıl umutsuz vaka olarak KPSS sınavına girip pişman olmaya devam mı edeceğiz? Bu halimizle görüntümüz "ya çıkarsa" deyip piyango oynayanların durumuna benziyor.

Bu ülkede öğrenci ve veli memnun olacak diye düz Anadolu açmak, talep yok diye meslek lisesini kapatmak çözüm değil. Zaten eğitim ve öğretimdeki en büyük sorun bu. Yani herkesi üniversite okuyacak diye düz liselerden mezun etmek. Bu çocukların kurtuluşu ve ülkemizin geleceği meslek liselerinde ve çıraklık eğitim merkezlerindedir. Biz meslek liselerini tercih etmedikçe, çırak ve kalfa olması için çocuklarımızı mesleğe yönlendirmedikçe son ustalarla birlikte birçok meslek mevta olacaktır. Merak ettiğim bu ülkede berberliği, kaynakçılığı, torna-tesviyeyi, kaportacılığı, tamirciliği, terziliği vs kim yapacaktır.

Biz, çocuklar istemediği okul türünde okumayacak diyerek talep var diye düz Anadolu açmaya devam edelim, anne ve babalar "Çocuğum meslek lisesi istemiyor, zaten istese de ben ona kıyamam" korumacılığını devam ettirerek çocukların dümen suyuna girmeye devam edelim. Bol bol vasıfsız diplomalı eleman yetiştirelim. Hep birlikte gönüllü olarak ülkenin geleceğine dinamit koymuş olacağız. Bu böyle biline...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde