Ana içeriğe atla

Ha Sessiz Yığın Olmuşsun Ha Aymaz!

"Sizden biri bir kötülük yaptığında elinle düzelteceksin, buna gücün yetmiyorsa dilinle düzelteceksin, buna da gücün yetmiyorsa o kimsenin yaptığından hoşnut olmadığını göstermek için kalbinle buğz edeceksin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır" hadisi şerifini bilmeyenimiz yoktur. Hatta bu hadisi işite işite büyüdük. Dine az meyyal kişiler bile bu hadisi ezbere bilir. 

Bildiğimiz ve doğruluğundan emin olduğumuz bu hadisi uyguluyor muyuz? Uyguluyorsak neresindeyiz? Yoksa bana ne deyip görmezden mi geliyoruz? "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mı diyoruz. Bir yerde haklı-haksız gördüğümüz zaman sessizliğe bürünüyor; görmezliğe, bilmezliğe, anlamazlığa mı oynuyoruz? Kırsınlar birbirini deyip kör ve sağırlara oynuyor, "Ne yapabilirdim" mi diyoruz?

Hepimizin sular seller gibi ezbere bildiğimiz kötülükle mücadele hadisini uygulamıyoruz ki kötüler, zalimler, suçlular bolca kötülük yapmaya devam ediyor. Kötülüklerin devam etmesinin, güçlünün borusunu öttürmesinin en büyük destekçisi sessiz yığınlardır. Çünkü büyük çoğunluk sessiz kaldıkça seslerini yükseltmedikçe kötüler tam gaz yoluna devam edecektir. Sessiz yığınlar sesini çıkarmadıkça mağdurun sesini yükseltmesi, gücü elinde bulunduranlar için bir şey ifade etmiyor.

Dünyada adaletin hakim olması, kötülerin kötülük yapmaya devam edememesi, güçlünün zayıfı ezmemesi isteniyorsa yukarıdaki hadisi şerifin doğruluğuna inananların sesini yükseltmesi gerekiyor. Aman bana bir şey olmasın diyerek sinen insanların çokluğu, zalimin arayıp da bulamadığı bir şeydir. Pasif bir destektir bu, dilsiz şeytan olmaktır. Adam; yandım, battım, bittim, haksızlığa uğradım diye eşine dostuna dert yanıyor, can havliyle konuşuyor. Dinleyenler sadece dinliyor. Hatta çoğu haklısın bile demiyor, diyemiyor. Mağduru yıkan da bu sessizlik -hatta buna aymazlık da- diyebiliriz. İyilerin sessizliği/aymazlığı bu!

Kişisel mağduriyetlerin devamında, sessiz yığınların sessizliğinin payı büyük olduğu gibi devletler nezdinde de durum aynıdır. Bugün Türkiye’nin mağdur edilmesine sesini çıkarmayan devletler yarın sıranın kendilerine gelmeyeceğine dair bir garantileri mi var? Halbuki “Türkiye’ye bu yaptığınız doğru değil, haklı davasında biz Türkiye’nin yanındayız” şeklinde topyekûn seslerini yükseltse kim Türkiye’ye ne yapabilir? Çünkü kimse dünyayı karşısına alamaz. Bugün ABD’nin en büyük destekçisi, ABD’nin Türkiye’ye olur olmaz yaptırımlar uygularken dünyanın sessiz kalmasıdır. Bu sessizlikten dolayı ABD fütursuz davranıyor. Türkiye’ye yapılana “Ne olacak bu işin sonu” diye bekleyen sessiz devletlere bu ayıp yeter de artar bile!

Kişilerin ve devletlerin mağduriyetinde sessiz kalan yığınlar, “Susma! Sustukça sıra sana gelecek” deyip bir araya gelmedikçe yapılan kötülüklerde sessiz yığınların payı büyüktür.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde