Ana içeriğe atla

"Doların Durumu Malum" *

İki terlik almak için bir ayakkabıcıya girdim. 17,50 TL dedi bir çiftine. On beş olmaz mı dedim. "Olmaz, doların durumu malum" dedi. Sağ olsun 50 kuruş indirim yaparak çiftine 34 lira verip çıktım.

Evimin yolunu tutarken satıcının "Doların durumu malum" sözüne kafam takıldı.  Takmamak mümkün değil zaten bugünlerde. Kime gitsen, nereye uğrasan, ne alsan herkesin gözü dolarda. Herkes satışını dolara endekslemiş durumda. Tv izleyenlerin gözü ekranların sağında sürekli değişen dolarda. Çay içmek için bir araya gelmiş iki kişinin olmazsa olmaz konusu yine döviz. Piyasadaki dolar muhabbetinden sosyal medya da nasibini alanlardan. Kimi doların geçmişten günümüze yıllık bazda seyrini paylaşıyor, kimi dolar beş değil, on lira da olsa teslim olmayacağız, teslim etmeyeceğiz diye yazıyor, kimi yaptırım uygulayan ABD'ye meydan okuyor, kimi de dolar yükseldikçe neredeyse zil takıp oynayacak bir görüntü veriyor. Kimi de doların nasıl ineceğine dair yorum yazıyor, görüş bildiriyor. Hatta nasıl TL basıyorsak dolar da basarız diyen yıldızımız bile var. Büyük bir çoğunluk ise ne olacak bu ekonominin hali, gidişat hayra alâmet değil dercesine kara kara düşünüyor.

Hasılı millet olarak dolarla yatıp dolarla kalkıyoruz. Ne o bizi bırakıyor, ne biz onu. Onunla da olmuyor, onsuz da. Bizden bir parça olmuş sanki! Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız dolara endeksli. Bu ülkenin yüzde yüz yerli ürününün alım ve satımında bile dolar etkili. Hele şu günlerde aldı başını gidiyor. Eskiden kur gündüz değişir, mesai bittikten ertesi sabaha kadar yerinde dururdu. Hafta sonu ve resmi tatillerde yerinde sayardı. Hatta Ecevit'in başbakan olduğu dönemde Anayasa Mahkemesi bir karar açıklayacağında piyasalar olumsuz etkilenmesin diye cuma 17.00'den sonra açıklama yapardı. Şimdi resmi tatil, hafta sonu tatili, mesai bitimi falan dinlemiyor. Gece bile alıp başını gidiyor. Aslında alıp başını giden dolar değil, bizim paramız. Yani paramız dolar karşısında pul oluyor, eriyor. Daha doğrusu gece-gündüz demeden paramızın alım gücü düşüyor, yani çalınıyor. Bunun adı resmi soygun. İşin garibi TL, dolar karşısında değer kaybetmeyip yerinde saysa ekonomistler, Türk Lirası aşırı değerlendi diye dert yanıyor. Hasılı şu günlerde durmadan değer kaybeden paramız dolar karşısında erise de sorun, değerlense de.

Şimdi gelelim tekrar "Doların durumu malum" sözüne. İçimiz, dışımız, her şeyimiz karşılığı olmayan dolara endeksli ise göbeğimizden bağlı isek milli paramız TL hep dolar karşısında değer kaybedecek ve biz onu koruyamayacak isek ithalat ve ihracatımız dolarla olacaksa yerli ürünlerin piyasasını bile dolar belirleyecekse biz bu Türk Lirasını niçin basar, niçin cebimizde taşır, niçin alışverişte kullanır, niçin altı sıfır atar, niçin korumaya çalışırız? "Para dediğin insanın elinin kiri" deyip kendi milli paramızı kaldırıp dolar kullanalım. Hiç olmazsa dolar indi-çıktı, doların durumu malum demez, dolar almaya-satmaya kalkmayız.

Biliyorum içinizden "Sen kendinde misin, böyle absürt teklif mi olur? Bir milletin bağımsızlığının simgesidir milli para" deyip bana kızacaksınız. Umarım serzenişim böyle anlaşılmamıştır. Farz edelim ki kızdınız. Kızmakta haklısınız. Bana kızarken çağımızın belası dolara bizi zamanında göbekten bağlayanlara da  bir güzel kızalım. Unutmayalım ki ekonomide bağımsızlık elde edilmeden tam bağımsızlıktan söz edilemez. Ayrıca kızmak çözüm mü? Paramızın hali pürmelali ortada değil mi? Allah "dost ülke, müttefik ülke, stratejik ortak" denilen (ne demekse) ABD ve onun kirli parası dolardan bizi kurtarsın. İnşallah bir gün dış etkenlerden etkilenmeyen, kendi kendine yeten, ihracat ve ithalât dengesi olan, kendi kendine yeten, üretime dayalı, kırılgan olmayan milli ve bağımsız bir ekonomiye kavuşur ve tam bağımsız bir ülke oluruz.



* 11/08/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde