Ana içeriğe atla

Deveye Hendek Atlatmak mı yoksa Düz Kontağa Laf Anlatmak mı?


Bana önünde iki seçenek var: Ya birini, ya da öbürünü yapma zorunluluğun var; seç-beğen dense, atlaması mümkün olmayan deveye hendek atlatmayı tercih ederim. Ki devenin hendeği atlamasının muhal olduğunu bile bile! En azından denerim. Olmadı mı canım sıkılmaz, moralim bozulmaz. Devedir ne de olsa derim. Ama asla düz kontak birine laf anlatmayı tercih etmem. Çünkü klasik mantık olan Aristo mantığından öte herhangi bir mantık yürütemeyen, modern mantığa kapalı tip olan düz kontaklara hiç ağzımı yormam, bunun için çaba sarf etmem. Bir umut, belki deveyi hendekten atlatabilirim ama düz kontağa meramımı anlatamam. Çünkü bugüne kadar Allah'ın verdiği en güzel nimetlerden olan iletişim aracı dilim, mantığı düz kontak çalışan insanlara hep mağlup olmuştur.

Bana göre zırcahilin farklı bir versiyonudur böyleleri. Okumuş olması veya cahil olması fark etmez. Dediğim dedikçidirler. Nuh der, peygamber demezler. Hayata at gözlüğüyle bakarlar. Kendi düşüncelerinden başka bir düşüncenin doğruluğunu asla kabul etmezler. Kolay kolay özür dilemezler. Çünkü hatalı olduklarını kabul etmezler. Görünmez bir kibir vardır kendilerinde. Aynı dili konuştuğunu sanırsın bunlarla. Ne kelime dağarcığın yeterli bunlara ne de ikna kabiliyetin. Kincidirler aynı zamanda. Lügatlerinde mizaha yer yoktur. Mecaz nedir bilmezler. Bilmediklerini asla kabul etmezler. Çünkü gerçekle yüzleşmelerine kapasiteleri el vermez. Aynı zamanda iyi bir niyet okuyucudurlar. Kastetmediğini sana mal ederler ve seni öyle görürler. Çünkü hayata tek pencereden bakarlar. 

Burnundan kıl aldırmayan bu tipler asla geri adım atmazlar, burnunun dikine doludizgin giderler. Ama senin hatanı bulmak için konuşmanın her cümlesinden veya yazının her satırından kimsenin anlamadığı anlamı çıkarırlar. Başvurdukları en büyük silah, seni itham etmek olur: Ne Müslümanlığın kalır orta yerde, ne de kişiliğin. Yeter ki zülfü yâre dokun. Sana belden aşağı vururlar: Ya sapıklıkla itham ederler ya elfazı küfür söz söylediğini söylerler ya da seni öbür dünya ile korkuturlar, Allah'a havale ederler. Benim doğrularım dışında başka doğrular da olabilir demezler. İçi kinle dolu bu tipler insancıl veya dini bütün görünmek suretiyle sana acıyarak bakarlar. Çok tartışmaya gelmezler. Çünkü birikimleri sığdır. Çuvalda veya kovada ne varsa onu boşaltırlar. 

Etrafınızda vardır böyleleri. Bence ne tartışmaya girin ne de fazla muhatap olun böyleleriyle. Akıl sağlığınız için bu tiplerden uzak durun. Bir arada bulunmak zorunda kalırsanız yumuşak karınlarına basmayın. Hatta pohpohlayın. Çünkü akıl sağlığınız için elzemdir.

Tercih sizin... İster deveye hendek atlatmayı seçin, dilerseniz düz kontağa kendinizi anlatmayı. Kırk katır mı, kırk satır mı gibi bir şey. Takdir sizin! Kendi düşen ağlamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde