Ana içeriğe atla

Aramızdaki Alaverelerde Yapmamız Gereken

Geçen günü bir tanıdığım aradı: "İki sene önce bir tanıdığıma peyderpey biraz borç verdim. Ödemeyeceğim demiyor ama ödemiyor da. Tanıdık bir avukatın var mı? Aramızda bir senet yapalım, hatta ne yapılacaksa yapalım" dedi.

Çarşıda borçlusuyla beraber buluştuk. Borçlunun konuşması, hal ve hareketinden ödemeyecek bir durum sezmedim. Eşi, oğlu ve kendisi çalışmasına, eve üç maaş girmesine rağmen ödeyemiyor. Kredi burcu var mı dedim. "İki tüketici, bir de konut(dedi sanırım) kredim var, kredi kartı ödemelerim var. 2019 Ocağında bitiriyorum borçlarımı" dedi. Adamı borç batağı içinde gördüm.

Alacaklı, kıt-kanaat geçinen asgari ücretli biri. Ek iş yapmak suretiyle dişinden tırnağından artırdığını ileride bir ev almak umuduyla üç-beş kuruş bir tarafa atmış. Arkadaşının ev almak/yaptırmak istediğini duyunca kenara attığını ona borç vermiş. 

Karşımızda iyi niyet ve karşılıklı güvene dayalı bir borç verme ve alma muamelesi var. İki yıl geçmiş ama orta yerde ne bir geri ödeme var, ne çek, ne senet. Sadece borç veren verdiğini, borç alan da aldığını biliyor. Tamamen karşılıklı güven esasına dayalı bir borçlanma. Benzer alavereyi ülkemizde çoğu kimse yapıyor. Geri ödeme yapılınca sorun yok. Ya ödenemiyorsa...işte esas sorun burada başlıyor. 

Doğru mu bu şekil borçlanma yöntemi? Doğru değil maalesef. Ne çek var, ne senet, ne şahit, ne yazılı bir kayıt, ne de ödeme takvimi! Kur'an-ı Kerim'e ters bir defa. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in en uzun ayeti Bakara süresinde geçen borç ayetidir. Allah bu ayette her ayrıntıya yer vererek borç alma ve vermede izlememiz gereken yolu anlatır. "Borçlandığınız zaman yazın, iki de şahit bulundurun, yazmayı bilmiyorsanız birini katip seçin veya verdiğiniz borca karşılık bir rehin alın..." buyurur Allah. Neresi uyuyor bizim alacak/verecek meselemiz ayete? Ayete uygun borçlanmadığımız gibi biri çek, senet yapmaya kalksa "Arkadaş güvenmiyor musun" deriz. Hele verdiğimizin karşılığında bir ipotek istesek kıyamet kopar. Çünkü bu işlerimiz hep "Bana güven, gerisini merak etme sen"  mantığına dayalı.

Bir okula giderek borcun altı ay sonra ödenmesi için aralarında bir senet ve bir sözleşme hazırlayıverdim. Karşılıklı imzalar atıldı. Borçlu kimse altı ay sonra borcunu öder mi? Bunu zaman gösterecek. Ama en azından ellerinde kimin kime, ne kadar borçlu olduğuna ve borcun ne zaman ne şekilde ödeneceğine dair yazılı bir kayıt-kürekleri var. Bu aşamadan sonra söz uçsa da yazı kalır.

Bizim sadece borçlanma şeklimiz değil, hemen hemen bütün işlerimiz böyle. Ailenin temeli dediğimiz evlilik aktimiz de böyle. Resmi nikahın dışında adına dini nikah dediğimiz ve ekseriyetimizin kıydırdığı bu nikah türünde sadece söz var. Ne kayıt var, ne kürek, ne de yaptırım.  Evlilik devam ettiği müddetçe sorun yok. Esas sorun anlaşamayıp ayrıldıkları zaman ortaya çıkıyor. Maalesef bu yaptığımız da doğru değil. 

Adana'da birlikte aynı okulda çalıştığım bir meslektaşım boşalan evine oturmamı istedi. Önce olur dedim. Ardından hocam,! Aramızda bir hukuk var, dostluğumuz var. Biz mesai arkadaşıyız. Ben evini tutmayayım. Çünkü işin içine para girerse yarın kötü olabiliriz dedim. Bana, "İşimizi sağlam yaparsak niye sorun olsun, sen düşünme bunu" dedi. Gitti bir kira kontratı getirdi. Önce onu doldurup bana imzalattı, ardından bir de tahliye belgesini doldurup imzalattı. Haydi hayırlı dedi. Ev sahibimin evinde 3.5 yıl oturdum hiç sorun yaşamadım. Tayinim çıkınca evini tahliye ettim, helalleşip ayrıldık. Ben kendisinden ayrılalı 13 yıl oldu, kendisiyle hala hukukumuz devam ediyor.

Biz ne zaman ki aramızdaki muamelelerde işi resmiyete dökersek başımız huzurlu olur, işlerimiz tıkırında yürür. Aramızda hır-gür olmaz. İlişki ve dostluklar ilanihaye devam eder. Birbirimize güvenelim. Çünkü güvenmeden olmaz. Ama tedbiri elden bırakmamalıyız. Tedbirin olduğu yerde aldanma/aldatma olmaz. Fazla bir şey istemiyorum, araba alım-satım işlerinde gösterdiğimiz noter tasdikli satış duyarlılığını hayatın diğer alanlarında da gösterelim. Yoksa başımız çok ağrır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde