Ana içeriğe atla

Tekne Kazıntısı

Dört çocuktan üçü baş göz olup çekti gitti. Evde kala kala tekne kazıntısı kaldı. Bugün size ondan bahsedeceğim. 

Evin neşesi, ailenin son nefesi. Elim, ayağım aynı zamanda. Espri anlayışına derman yetmez. Ne de olsa adı Fehmi. Adına çekmiş olmalı. Namı diğer Hoşçocuk. Asrın Nasrettin'i olursa hiç şaşırmam. Ne lafın altında kalır, ne de sözün. Dili pabuç gibi zira. Her söze söyleyecek sözü vardır. Yeter ki gününde olsun. Ciddi görüntüsünün altında müthiş bir espri yeteneği var. Ciddi olduğu kadar ortamı sulandırmayı, sen kızdıkça espri ile cevap vermeyi ve gülmeyi iyi becerir. Oğlum, ben ekmek almaya gidiyorum diye seslenirim. Kendisine bir imada bulunduğumu bilmesine rağmen hiç bozuntuya vermeden "tamam baba, iyi olur" der.

Becerikli olmasına rağmen iş yapmayı pek sevmez, tıpkı ders çalışmayı sevmediği gibi. 
Kendisinden istenen bir işi bir başkasına yaptırmayı da pek sever. Üşengeç mi üşengeç, rahat mı rahat! Tam bir "z" nesli, milenyum çocuğu. Becerisi dijital oyunlarında da kendini gösteriyor. İstediğini aldırtmayı da iyi bilir, mücadelesinde kolay kolay pes etmez. Açık sözlüdür aynı zamanda.

Bilgisayar bilgisayar dedi tutturdu. Ne yapacaksın, daha evde var ya dedim. "Ben oyun bilgisayarı istiyorum" dedi. Aklının ucundan bile geçirme, evdekilerle oyna dedim. "Benim oynayacağım oyunları kaldırmaz bunlar" dedi. Şakasına git, bin lira biriktir alalım dedim. Tamam dedi. Kısa zamanda harçlığından biriktirerek getirdi önüme koydu. Hasılı almak zorunda kaldım.

Çay içmeyi pek sevmez ama aksiliği de üzerinde. İçerse diye bardak getiririz, çay içmeye gelmez. Nasılsa çay içmiyor diye bardak getirmeyiz o çay içmeye gelir. Orta yerde ne bardak var, ne de şeker. Çünkü evde çaya şeker atan yok. Şeker almaya mutfağa gitmektense çaya şeker atmayı bırakırım dedi ve şimdi çayı şekersiz içiyor. Üşengeçliğin zaferi bu. Bir de üşengeçlik iyi değil derler. Oğlum ekmek lazım deriz. "Tamam o iş bende" der, ekmek almaya gitmez. Bizimki evlenmeden önce akşam işten gelecek ağabeylerine "Abi, gelirken ekmek alın gelin" diye mesaj gönderiyormuş. Bir gün evde ekmek alınacak. Kendi kendine ekmeği mesele edinirken abilerinden biri eve geleceğini, gelecek bir şey var mı diye telefon açtı. Gelirken iki ekmek getir dedim. Telefon konuşmamı odasından dinleyen bizimki ekmeğin başkasına sipariş edildiğini duyunca sevinçle yanıma geldi. Elimi öptü, boynuma sarıldı: "Allah razı olsun baba, beni bir yükten kurtardın" diye bir sevindi bir sevindi. Bazı zamanlarda ekmeği bırakalım dedi bize. Tamam desek dünden razı, ekmek yemeyi de bırakırdı.

Rahatına düşkünlüğünün yanında aksiliği de var. Nasılsa ekmek almıyor, ben alayım dersin, ekmek almış olur. İşin yoksa onun ve benim aldığım ekmeği günlerce bayat bir şekilde bitirmek için uğraş dur. Sorumluluğunu üstlendi artık, ekmek almıştır deyip eve ekmek almadan gelirim. Bizimki de almadan gelir. Dedik ya aksi diye. Spor ayakkabısı almaya gittik beraber. Makul bir ayakkabı olsun dedim. Tezgâhtar fiyatı normal olan bölümü gösterdi. Şu taraftan düşünürseniz dedi. O bölümün fiyatlarına bir göz attım. Pahalı mı pahalı. Bakma o tarafa dedim bizimkine. Vara demez olaydım. İyi o zaman bu taraftan bakayım dedi, gitti en pahalısına sarıldı. Sağ olsun olmaz desem de alınmaz ama elimiz mahkum bu aksiliğe. Aksiliğin zaferi bu.

Açık sözlü ve tuttuğunu koparır. Damarına damarına basmayı, taşı gediğine koymayı iyi bilir. Durur durur çarşı-pazarda bayram yoğunluğu başlayınca giyecek almaya kalkar. Oğlum yaz boyunca evden çıkmadın, madem ihtiyacın vardı, ne diye mağazaların tenha olduğu zamanda düşünmedin alacağını dediğime gülme şeklinde cevap verdi. Haydi gidip şu alacağın pantolonu alalım dedim, birlikte evden çıktık. Bir pantolon için çarşıya çıkan bizim oğlan bir de penye alayım dedi. Şu penye de güzelmiş, bunu da alayım, bir pantolon daha alayım dedi. Sen misin alan dedim. Bir de ben kendime aldım. Mağazadan üç pantolon, iki penye alarak çıktık. Oğlum ocağıma incir diktin dedim. "Geçen gün ağabeylerime 'Bedelli paranızı ben çekeyim dedin' bana yaptığın masraf ne ki" demez mi? Gel de kız bu cevaba.

Bu bayramda bayram harçlığını vermeyi biraz geciktirdim. Girdi çıktı bayramın mübarek olsun baba! Ver elini öpeyim dedi. Sayısını bilmiyorum bayram kutlamasının. Verdim kurtuldum. Odasına çekildi. Biraz rahat ettim. Birkaç gün sonra "Baba yüzmeye gideceğim, dolmuş parası ver, bende bozuk yok, dolmuşçuya tüm para versem olmaz" dedi. Makul bir açıklamaydı. Çıkarıp verdim cebimden bozuk para. Ama bitmedi benden dolmuş parası istemesi. Bir daha bir daha istedi. İstek aynı, gerekçe aynı. Sonunda oğlum sen bu parayı ne zaman bozduracaksın dedim. Hiç bozuntuya vermedi, gülmekle yetindi her zaman ki gibi.

Ağabeylerinden görmediğimi gördüm ondan. İstemediklerini istedi benden bu tekne kazıntısı. Onlara alalım desem de içleri gitse de canları çekse de istemez, gerek yok derlerdi. Bu ise istediğini açıkça söyler. Onların cebinde harçlığı olmasa da var derlerdi. Bu ise harçlığını bitirmeden "Baba bugün harçlık günü, harçlığımı alayım" diye damlar her pazar akşamı. Boşuna söylememişim üç çocuktan daha masraflı bu diye.

Benim torun niyetine büyüttüğüm küçüğüm böyle işte! Hoş mu Hoşçocuk! Allah hepimize hayırlı evlatlar nasip etsin,  yolları açık olsun, acılarını göstermesin.

Yoksa bu çocuk şımarık mı biraz? Ah biraz annesini kızdırmasa, biraz üşengeç olmasa,  aldıklarını biraz bol alsa, yüzmeye gittiği zaman havluları çaldırmasa, bana biraz masrafı az yaptırsa, derslerine de bir güzel çalışsa...(Burası önemli!)

Bu yazı 16.yaşını bitirip 17'den gün almasının hatırına kaleme alınmıştır. Malum ekonomik kriz. Doğum günü kutlaması da bu yüzden ekonomik krize takıldı. Ucuzundan masrafsız ve maliyetsiz bir doğum günü kutlaması benimki. Nice 17 yıllara evlat! Yolun, bahtın açık, geleceğin parlak olsun.


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde