Bir zamanlar bu ülkede gidişata ayar vermek amacıyla her 10 yılda bir darbe
yapılır, Türk siyaseti yeniden dizayn edilirdi. Darbeye gerekçe hazırlamak ve
darbe ortamını oluşturmak için başta terör olmak üzere her yola başvurulurdu.
Halk iyice bezme noktasına getirilir, "Gelecekse asker gelsin"
dedirtilirdi. Hatta adımız darbeler ülkesi olarak anılır olmuştu. Darbeler
geride kaldı. Türkiye'nin bir daha bir darbe ile karşı karşıya kalması mümkün
değil. Fakat darbeye benzer bir başka durumumuz daha var. Tıpkı darbe gibi bir ekonomik
kriz de bizi belirli aralıklarla yokluyor.
Çok eskiye gitmeyeceğim. 80 öncesini hayal-meyal hatırlıyorum. Karaborsa ve
stokçuluk almış başını gitmişti. Para yoktu millette. Olsa da birçok malı almak
için kuyruğa girmek gerekiyordu. Bu dönemler, bir siyasinin deyimiyle "70
sente” muhtaç olduğumuz dönemlerdi.
Özal ile birlikte ülke bol enflasyonlu bir döneme girdi, vatandaşın cebi
para gördü, tüketim özendirildi. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmamaya
başladık. Borç yiğidin kamçısıdır, atın ölümü arpadan olsun dedik. Bize
"çağ atlatan" bu saadet zinciri böyle devam edecek sandık. 90'lı
yıllardan itibaren kendini göstermeye çalışan likidite sıkıntısı, Çiller'in
başbakan olduğu dönemde bizi ve piyasaları vurdu. TL'nin döviz bazında
erimesiyle birlikte halk iyice fakirleşti. Hükümet 5 Nisan kararlarını
uygulamak zorunda kaldı. Para sıkıntısını gidermek için IMF’nin kapısı çalındı.
Özal ile birlikte alt yapısı oluşturulan özelleştirmeye hız verildi.
Değişik koalisyon hükümetleriyle 2001 yılına geldiğimizde kriz bizi yine
vurdu. Dönemin başbakanı Ecevit'e yazar kasa atıldı, Sezer tarafından kendisine
Anayasa kitapçığı fırlatıldı. Gecelik faizler tavan yaptı. Daha fazla
fakirleştik. Her kriz döneminde olduğu gibi bu dönemde de iflaslar oldu. Krizi
aşmak için dışarıdan Kemal Derviş bakan yapıldı. İMF ile yeniden stand-by anlaşması
yapıldı. Devlete ait işletmelerin birer birer satılması kararı alındı.
2002'ye gelindiğinde, erken genel seçim kararı alan koalisyon ortaklarını,
seçmen sandığa gömdü. Halk yeni kurulmuş bir partiye iktidarı verdi. Erdoğan
hükümeti ekonomiye ağırlık verdi, enflasyonla mücadele için sıkı bir maliye
politikası izledi. IMF'ye olan borçlar ödendi. Bir daha da bu Fon'un kapısı
çalınmadı. Ekonomi döndürülebilir noktaya getirildi. Ekonomik yönden
rahatlayan halk, ardı ardına Erdoğan'a iktidar imkanı verdi. 2007 krizi bizi
teğet geçti. IMF'den borç almıyorduk ama yine borçlanmaya devam ettik. İthalat
ve ihracat dengesini sağlayamadık. Her geçen gün tehlike sinyali veren cari
açık için tedbir alınmadı. Bunu bilen birileri de sonuç almak için belirli
periyotlarla hep bu zayıf yönümüze vurdu ve vurmaya devam ediyor. Çünkü
ekonomimiz, bu ülkeye biçilen rol gereği sıcak para girişine bağlıydı. Biz de
bu rolü değiştirmek için çaba sarf etmedik. Dışarıdan para geldikçe sorun
olmadı. Ülkede olup bitenler, paradan para kazanan dış yatırımcıları kaçırttı.
Çünkü paradan para kazananlar güvenilir limanlara para yatırır. Para çıktıkça
paraya ihtiyaç oldu ve cari açık iyice açıldı ve daha önce görülmemiş bir
ekonomik krizle karşı karşıya kalıyoruz sürekli.
80 öncesinden bugüne ekonomimize bir göz attığımızda, ekonomimizin sıcak
paraya dayalı olduğu görülecektir. Bize bir müddet rahatlama sağlayan bu yol,
bizi hep duvara toslattı. Yani ekonomik krize duçar etti. O zaman bu yol,
canımızı acıtacak şekilde bizi hep duvara toslatıyorsa, dışı jelatinli bu
ekonomik modelden vazgeçmenin, alternatif yollar bulmanın, üretime dayalı bir ekonomik
modele geçmenin zamanı gelmedi mi hala? Biz, her 8-10 yılda bir ekonomik krizle
mi boğuşacağız? Üstelik yeni bir kriz için şimdi bir 8-10 yıl da beklenmiyor. Hiç
ibret ve tedbir almayıp böyle gelmiş, böyle gider mi diyeceğiz? Nasıl ki
deneme-yanılma ve mücadele yoluyla bedeller ödeyerek askeri darbelerin önüne
geçilmişse, ekonomik kriz hastalığına da bir çözüm bulunmalıdır. Çünkü ekonomik
kriz bu ülkenin bir kaderi değildir. Hiç suçu bir başkasına atmayalım ve krizi
dış güçlere bağlamayalım. Başımıza ne gelmişse kendi yapıp ettiklerimizdendir. Burada
ülkeyi yönetenlere büyük görev ve sorumluluk düşüyor.
*24.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder