Ana içeriğe atla

Klimanın İntikamı


Cuma günü akşama doğru başım ağrımaya başladı. Bu ne iş dedim kendi kendime. Çünkü kolay kolay başım ağrımaz. Niçin ağrıdı acaba? Düşündüm bir sebep bulamadım. Bazılarının sık sık başvurduğu ağrı kesici de kullanmıyorum. Kalktım bir güzel alnımı, boynumu, şakaklarımı ovaladım. Hafif geçer gibi oldu. Yine ağrımaya başladı. Tekrar tekrar yıkadım. Hah geçti derken yine geldi başımın belası ağrı. Zonkluyor. Sadece başım olsa omuzlarım tutulmuş, boynum da dönmüyor.

En iyisi uyumak! Uyuyunca geçer dedim. Sabah kalktım. Daha da ağırlaşmış ve ağrısı geçmemiş bir başı teslim aldım tekrar. Eşim mahkum zaten. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Diş değil ki bu! Duş alıp çıktım. Başımın ağrısı hafifledi, yerini ince bir sızı aldı. 

Öğleden sonra bir arkadaşım şirketine uğradım. Birkaç arkadaşla çayımızı yudumluyoruz. İçimizden biri sıcak değil mi burası dedi. Kalkıp klimayı çalıştırdı. Tam karşısındayım klimanın. Çalışmaya başlayan klimanın serinliği bana gelmeye ve üşütmeye başlayınca hemen yerimden kalkıp klimanın kör noktasını aradım. Kenara geçtim ve dünden beri başımın ağrımasına sebep olan nedeni buldum. Klimaydı başımı ağrıtan. Ah imam, alacağın olsun senin dedim. 

Cuma namazını kılmak için mahallemizdeki camiye gitmiştim. Caminin ortasında boş bulduğum yere oturdum. Her cuma olduğu gibi imamımız vaaz veriyordu. Vaazı dinliyorum ama üşüyorum. Kare şeklinde kutu gibi olan caminin doğu ve batı duvarlarına monte edilmiş klima sonuna kadar açılmış; üfürdükçe serinletmenin de ötesinde üşütüyordu beni. Kenar köşe bir yer bulup kalkmak istedim. Ama beyhude bakış benimki. Çünkü cuma namazında öyle istediğin yere oturmam mümkün değil. Neresi boş ise orası senin. Üşüşem de bulunduğum yerde oturmaya devam ettim. Vaaz, ilk sünnet, iç ezan, ardından hutbe ve son sünnet derken klima mal bulmuş mağribi gibi üzerime üfürdükçe üfürdü, üfürdükçe üşüttü. Sanırım camiyi serinletsin diye klima sonuna kadar açılmış. Ya Rabbi! Şu namaz bir bitsin dedim içimden. Çünkü kendimi tedbirsiz bir şekilde kışın ayazında hissettim. Üzerimde ağustos ayına uygun kısa kollu bir penye vardı. Ben cumayı, mevsimi hesap ettim de camiyi, imamı ve klimayı hesap edememişim. Yazın ortasında kışta-kıyamette kalacağımı bilseydim kışlıklarımı giyer, üzerine de paltomu giyerdim. Kenarda namaz kılanlar biraz daha serinlik gelsin hesabı yapılırken ortadaki kılanlar ne hali varsa görsün diye düşünülmüş olmalı.

Omuzlarımda ve boynumda hala kırgınlık ve ağırlık devam etse de tamı tamına bir tam gün çektikten sonra başımın ağrısı geçti. Bize sıkıntı vermesin, serinletsin, rahat rahat namazı kılalım düşüncesiyle sonuna kadar açılan klima intikamını böyle alır. Buna da şükür! Ya geçmeseydi... İşte o zaman çek dur, bir de hap atmayan ve doktora gitmeyen cins biriysen.

Niye açarız ki klimayı sonuna kadar? Namaz kılarken, seyahat ederken, otururken klima; kışın sıcak üfürecek, yazın da soğuk. Ne birazcık yanmaya, ne de üşümeye geliriz. Azıcık sıkıntıya, meşakkate dayanamayız. Çoğumuz bu klimanın intikamı müthiş olacak diye düşünmüyoruz bile o an. Alacağın olsun imam senin!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde