Türkiye'de her merkezi sınav öncesi ve sonrasında
"Eğitim ve öğretimin hali içler acısı! Ne olacak bu eğitimin, bu okulların
hali" denir. Fakat problemlerin özüne genelde girilmez. Eğitim ve
öğretimimiz her kademede içler acısı. Neresinden tutarsak elimizde kalıyor.
Ben burada ortaokul kademesini ele almaya çalışacağım. Zira
öğrencinin kendini kaybettiği, bir daha kolay kolay toparlayamadığı dönem,
ilköğretimin ikinci evresi ortaokulda başlamaktadır. Kimi çocuklar lise
döneminde kendini toparlasa da çoğu ortaokulda kaybolmaktadır. Aile lise
döneminde farkına varsa da iş işten geçmiş oluyor.
İlkokulda dört yıl boyunca tek öğretmenin tedrisinden
geçen, onun kurallarıyla büyüyen, onun bir sözüyle çiçek olan, bir dediğini
ikiletmeyen çocuk, ortaokullu olunca birden kendini boşlukta buluyor. Çünkü
ilkokuldayken tek öğretmen; çocuğun hem annesi, hem de babasıydı. Ortaokulda
ise çocuk aynı anda karşısında 8-10 öğretmen buluyor. Hepsi birbirinden farklı,
hepsi ayrı bir şey söylüyor. Bir gördüğünü bir hafta boyunca tekrar görmüyor.
Teneffüste başına bir şey geldi mi hangisine gidecek, ilgilenecekler mi? Çünkü
bir anne, bir babası varken 8-10 anne veya babası oluverdi birden. Sonra
dur bakalım... Branş öğretmeni kendisini tanıyacak mı? Ya "Sen hangi
sınıftaydın...müdür yardımcısına git..."derse. Çünkü branş öğretmeni
ilkokul öğretmeni gibi değil, sene sonuna kadar çocuğun ismini belki de
öğrenemeyecek. Halbuki ilkokul öğretmeni her gün dersine gire gire çocuğun hem
adını, hem soyadını, hem numarasını, anasını, babasını, kaç kardeş olduğunu,
maddi durumunun ne olduğunu, huyunu-suyunu, başarısını-başarısızlığını, neyi-ne
kadar bildiğini öğrenir ve bilir. Ona göre davranır, sürekli ailesiyle irtibat
halindedir. Aynı zamanda ilkokul öğretmeni sınıfının öğrencisini diğer
öğrencilere karşı korur da. Ya ortaokul da? Branş öğretmeni kendini
doğru-dürüst ne tanır, ne bilir, ne de ilgilenir. Çocuk kendini boşlukta
hisseder. Bu durumu önce garipsese de çocuk, bir müddet sonra kendi başına
kalmanın keyfini sürmeye başlıyor. Yeri geldiğinde yaramazlık yapmaya, okuldan
kaçmaya, ödevini yapmamaya, söz ve ders dinlememeye, yalan söylemeye, sırasını
karalamaya vs başlıyor. Aile "Ödevin yok mu senin" dediğinde ya
"Okulda yaptım" ya da "Ödevim yok, öğretmen vermedi" demeye
başlıyor. Çünkü kontrolsüz güç elindedir artık. Ergenlikle birlikte isyanlara
oynamaya, “ben bir bireyim, büyüdüm” demeye başlıyor hal ve hareketleriyle. Her
yaptığının haklılığına çevresini/anne babasını ikna etmek için mazeret, gerekçe
ve bahane de bu süreçte çocuğu buluyor.
Ortaokul öğretmeni çocuğu tanımıyor da aile tanıyor mu bu
süreçte? Aile de tanıyamıyor bu süreçte çocuğunu. Dün tanıdığı, “Ben onun her
şeyini bilirim” diyen anne çocuğunu tanıyamaz hale geliyor. Bu durumu geçici
bir süreç sanıyor. Halbuki çocuk kişiliğini buluyor bu süreçte. Aşırı koruma
halimiz bizi çocuğumuzu tanımanın önüne geçiyor. Kolay kolay toz kondurmuyoruz.
Ne de olsa saçımızı süpürge ettiğimiz, geleceğimizin teminatıdır. Gerçekle
yüzleşmek istemiyor Branş öğretmeninin verdiği notu beğenmiyoruz. Çünkü çocuk
ilkokul dördüncü sınıftan itibaren hep iyi-pekiyi getirmiştir. Üstelik dün TEOG’da
okul puanının etkisi yüzde otuz iken şimdiki adrese dayalı sistemde çocuğun
yerleşeceği okul türünde okul puanı önemli. Çocuğu biraz düşük not alsa hemen
öğretmenin kapısını aşındırıyor: “Özel okuldakilerin tüm derslerden puanları
yüz iken bizim çocuklarımız bu puanlarla nasıl yarışacak” demeye başlıyor. Veliden
gelen baskıyı gören öğretmen “öyle mi al öyleyse” diyerek döşüyor yüksek puanı.
Verilen bu puandan veli memnun, öğrenci de memnun. “Çocuğum doğru dürüst
çalışmadan teşekkür/takdirle geliyor, bir de çalışsa önünde hiçbir ders duramaz,
aslında çocuğum çok zeki” demeye başlıyor veli.
Ne öğretmen, ne de veli tanımadan 8.sınıftan mezun
ediyor çocuğu. Karşımızda yüksek dereceli ortaokulu bitirmiş bir çocuk var. Ama
yeteneğini, kapasitesinin ne olduğunu kimse bilmiyor. Notlarının şişirildiğini
herkes biliyor, bu notlar çocuğa başarıyı getirmez ama “ya bir gün lazım olursa”
deniyor hep beraber. Ve çocuk LGS’de kendi başına kalıyor. Kazandığı veya
kazanamadığı okul ile lisede yüz yüze geliyor. Burada ortaokulun esemesi yok.
Çocuk derslerde zorlanmaya başlıyor. Aile yine burnundan kıl aldırmıyor: “Hocam
bu çocuğun Matematiği, Feni, İngilizcesi, Türkçesi ortaokulda 90’dan aşağı
değildi, bu çocuk başarılı bir çocuk, siz ne yapıyorsunuz” demeye başlıyor.
Lisede başlayan karşıt cins arkadaşlığı, derslerin biraz daha
zorlaşması, ders çeşitliliğinin artması, ailenin çocuğunu sayısal seçmeli
derslere yönlendirmesi çocuğa zor gelse de kakalamaca veya zorlamayla lise
bitiyor. Çocuk YKS’de dökülüyor. Veli hala, “Çocuğum lisede bozuldu” sanıyor. Halbuki
çocuğun bozulma, kendini dağıtma süreci ortaokulda başladı ama aile farkına
varmadı, ya da varmak istemedi.
Büyük bir çoğunluğun çocuklarının kendini kaybetme süreci
ortaokulda başlıyor benim kanaatime göre. Çünkü ilkokul Hanya ise ortaokul
Konya’dır. Birbirinden çok farklıdır. Bu iki okul kademesi arasında tatlı bir geçiş
ve çocuğun ortaokula hazırlanması gerekiyor. Yoksa biz çocuklarımızı ortaokul
sıralarındayken kaybetmeye yine devam edeceğiz. Lisede farkına vardığımız zaman
iş işten çoktan geçmiş oluyor. (Ki mevcut ortaokul öğrencileri daha ortaokul
öğrencisi bile sayılmazlar. Daha anasının kuzusu onlar.)
Yorumlar
Yorum Gönder