Ana içeriğe atla

Önceliğimiz İnsan Olmak Olmalı

Mahallemde kalabalık nüfusa sahip Suriyeli bir sakinimiz var. Çocukları evli olmasına rağmen aynı evde ikamet ediyorlar. Bizdeki gibi evlenen başını alıp gitmiyor. Kalabalık olmasına rağmen mahallede bireysel olarak kimseye zararları yok. Hepsi işinde gücünde. Ama bir zararları var ki kitlesel. Her perşembe akşamları geç vakte kadar dışarıdan gelenlerle birlikte def eşliğinde ilahi söylüyor ve zikir çekiyorlar. Sesleri evlerinin dışına taşıyor. Aynı işlem cumartesi günleri de icra ediliyor. Bayram dolayısıyla arifeden başlayan ve bayramın her günü devam eden zikirler yapılıyor.

İçinizden adamlar Allah diyor, ne güzel diyebilirsiniz. Ama sakinler rahatsız bu durumdan. Kendilerini uyarmayan sakin kalmadı. Allah dediklerinden ve toplandıklarından dolayı değil. Sesin evin dışına taşmasından. Özellikle sırt sırta oturan komşusundan. Sese dayanamıyor. Zira adam vertigo hastası. Kafası sesi götürmüyor.

Kişinin inancı, fikri, zikri, görüşü, franksiyonu; giyimi-kuşamı ne olursa olsun hepsine yer var bu dünyada. Zira kişinin seçme ve yapma hürriyeti vardır. Ama bu hürriyet başkasını rahatsız edene kadardır. Kişinin hürriyeti birini rahatsız ettiği an biter. Hiçbir inanç başkasının huzursuzluğu üzerine bina edilemez. Çağımızın en iyisi denilen demokraside kişinin özgürlüğü sınırlıdır. İslam dininde peygamberimiz Müslüman'ı tarif ederken "Elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimse" diye tanımlar. Diğer dinlerde de başkasını rahatsız etmeme fikri ön plandadır.

Düşünceler başkasını rahatsız etmeme temeli üzerine kurulmuşken bize ne oluyor ki başımıza buyruk hareket ediyor, dünyayı kendimizden ibaret görüyor, başkasını rahatsız ediyor muyuz diye düşünmüyoruz? Başkasını huzursuz etme temeli üzerine kurulu hayatımızın hiçbir inançta, düşüncede yeri yoktur.

Sosyal bir varlık olan insan toplum içinde başkasını rahatsız etmemeyi öğrenmeden bir inanca sahip olmasının bir anlamı yok. 
Bana öncelik insanlık mı yoksa inanarak yaşadığımız hayat mı dense öncelik insanlıktır derim. Çünkü inanç hayatın içinde kişiye özel bir durumdur. İlkokul çağından hatta çocukluk çağından itibaren çocuklarımıza vermemiz gereken ilk terbiye toplum içerisinde ne şekil davranmamız gerektiği fiili olarak öğretmektir. Keşke okullarımızda bilgiyi öncelediğimiz kadar davranışa önem verebilseydik.

Anlatmaya çalıştığım genel prensip çerçevesinde sesli zikir ile yedi düvele sesini duyuran komşumuza gelelim şimdi. İnancını şova dönüştürüyor demiyorum. Ama başkasını rahatsız etme uğruna yaptığı zikrin İslam'da yeri nedir? Komşum dilediği kadar zikir çeksin. Allah kabul etsin. Zira Allah Kur'an'da "Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin/anın" buyurur. Ama bu anma bağıra/çağıra olmamalı. Çünkü zikrin, ibadetin efdali, olması gerekeni gizli ve sessiz yapılanıdır. Araf 55'te Allah: "Rabbinize yalvar yakar ve gizlice dua ediniz. Zira Allah haddi aşanları sevmez" demektedir. Ayette anlaşılan dua ve zikrin gizli yapılması emredilmektedir. Yüksek sesle Allah'ı anmayı sınırı aşmak olarak değerlendirmektedir. Üstelik bize bizden ve şah damarımızdan daha yakın olduğunu söyleyen Allah sağır değildir. İçimizden gizlice yaptığımız dua ve zikirleri duymaktadır. Hatta içimizden geçirdiklerimizi de bilmektedir. Durum bu iken cümle aleme duyuracak şekilde zikir çekmek ayetin gereğini yerine getirmemek ve ayete karşı gelmek demektir. 

Yüksek sesle zikir yapmak suretiyle deşarj olacak diyelim. Defi nereye koyacağız o zaman? Haydi diyelim ki oluşturdukları ibadet anlayışı bu. Yanlış da olsa yapmaya devam edecekler. O zaman sitenin içinde ne işi var bu komşunun? Müstakil ve bahçeli ev daha uygun olmaz mıydı sesli zikir için.  Orada sabah akşam ibadet edip dursunlar. Niyetleri zikirden ziyade yaptıklarını millete duyurmak ise kulakları paylatırcasına duyuruyorlar zaten. Keşke bu şekil bir ibadeti mütemadiyen devam ettireceklerine komşuluk hukukuna riayet etmeyi biraz öğrenmiş olsalardı sesli zikirden kazandıkları sevaptan daha fazla sevap kazanmış olurlardı.

Önceliğimiz daha fazla dindarlıktan önce insan olmak olmalı.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde