Ana içeriğe atla

Kaçak Yapılaşma Nereye Kadar? ***


Bu sene ülkemiz doğru dürüst kış görmedi. Ama yağmurumuz eksik olmadı. Önce nisan yağmurları, ardından kırkikindi yağmurları yüzümüzü güldürdü. Yüzümüz gülmeye güldü ama yağmurlar çoğu zaman normal yağmadı. Çünkü çoğu zaman toprak kayması, sel baskınları gibi afetlere yol açtı.
Ne zaman şiddetli bir yağmur yağsa ülkemiz daha doğrusu belediyelerimiz sınıfta kaldı. Çünkü alt yapı iflas etti böylesi afet durumlarında. Üstüne üstlük ihata duvarları yıkılıyor, binalarımız çöküyor. Her yıkıntı ve çöküntüden sonra “Bereket ölen yok” deyip şükrediyor, “Cana geleceğine mala gelsin” diyoruz.

24/07/2018 günü İstanbul Sütlüce’de önceden boşaltılan dört katlı binanın yıkılışını canlı yayında izledik, yıkılan binanın yanındaki kaç tane bina da göçük tehlikesine karşı boşaltılmış durumda. Ertesi günlerde yapılan hafriyat çalışmasında meydana gelen göçük dolayısıyla park halindeki kaç aracın çukura yuvarlandığını ve yeni bina yapımı için temel açma nedeniyle yanındaki binalara zararların verildiğini maalesef fazlasıyla seyreder olduk bugünlerde.

Binalarımızın çökmesi bu ülkenin bir kaderi midir? Maalesef kaderimiz haline getirdik. Çünkü plansızlığımızın; söz, kural ve kanun tanımazlığımızın sonuçlarını yaşıyoruz.  “Doğayla nasıl mücadele edilir, nasıl ayakta kalınır” hesabına kulak tıkamamızın sonuçlarını görmeye devam edeceğiz, şayet sağ kalırsak.

Çöken, yıkılan binalarımızın geneli kaçak bina çıkıyor. Ülkemizdeki kaçak bina sayısı üç-beş değil ki! Bunlar yıkılsa da kurtulsak desek. Bu ülkenin binalarının yüzde 60’ı kaçakmış. Yazık bu ülkeye! Bu haliyle bu ülke iyi ayakta duruyor maalesef.

Devlet kaçak binaları yasal hale getirmek amacıyla adına “İmar barışı” dediği yöntemle 31/10/2018 gününe kadar bina sahiplerinin e-devlet üzerinden başvurmasını şart koştu. Devletin uzattığı bu zeytin dalına kaç vatandaş el uzatacak bunu da ilerleyen zamanlarda öğreneceğiz. Umarım devletin bu imar affı son olur diyeceğim ama bu anlayışımız devam ettiği müddetçe daha nice aflar çıkar.

Kaçak bina veya imara aykırı bina niçin yapılır bu ülkede? İnsanımız niçin kaçak bina yapar? Haydi, vatandaş kaçak bina yapmaya yeltendi, belediyelerimiz niçin görmez bunu, niçin göz yumar? Burada suçlu sadece vatandaş mı? Devletin ve devletin taşradaki eli-ayağı olan belediyelerin hiç mi suçu yok? Bu kaçakçılık anlayışı/aşkı bizde böyle devam edip gidecek mi? Yok mu gecekondulardan kurtulmanın yolu? Böyle gelmiş, böyle gider mi diyeceğiz?

Soruların hepsine cevap vermeyeceğim burada. Sadece vatandaş niçin gecekondu yapmaya başvuruyor? Yüksek maliyetlerden kaçınmak için. Çünkü ev yapmaya kalkan bir vatandaş daha arsasına baltayı vurmadan belediyeden imar ruhsatı almak için epey bir para harcaması gerekiyor. Bunun yolu, imar ruhsatlarını makul seviyeye indirmek ve prosedürü kolaylaştırmaktır. Eğer devlet/belediyeler inşaata başlamadan önce evrak üzerinden vatandaşı soyup soğana çevirmezse hiçbir vatandaş ruhsatsız bina yapmaya yeltenmez. Yeter ki belediyeler imarı rant kapısı olarak görmesin.

Kural tanımazlık bizim milletin genlerinde var, yine kaçak yapar derseniz size bir örneği hatırlatmak isterim. Bu ülkede bir zamanlar ikinci el araç alım-satım işlerinde vatandaş aracını alır ve satar ama kolay kolay devrini üzerine almazdı. Niçin? Çünkü araç devrinde notere epey bir para ödemesi gerekiyordu. Devlet bu konuya el attı. Araç alım-satımlarındaki masrafı makul bir seviyeye indirdi. Şimdi herkesin aracı kendi üzerine kayıtlıdır. Aynı gün alıp satıyor ve devrini üzerine alıyor. Sanırım bu örnekten sonra başka söze hacet yok…

*** 27/10/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde