Ana içeriğe atla

Düşman Nereden Saldırır?


Su uyur, düşman uyumaz sözünü hepimiz biliriz. Biliriz ama önceden tedbiri almayız. Çünkü biz herkesi kendimiz gibi biliriz. Filmlerimizde böyle gördük. 

Vurup kıran, yıkıp döken, ocakları söndüren, orantısız güç kullanan kötü roldeki başrol oyuncusunu bizim başrol oyuncusu, filmin sonlarında yakaladığında kötü adam; bizim başrol oyuncumuza silahını doğrultur, hatta birkaç el ateş eder, vuramaz veya yaralar. Sonunda mermisi biter. Bu sefer ben ettim sen etme diye yalvarır yakarır. Rakibinin zayıflığını gören bizim iyilik meleği, düşmanıyla eşit şartlarda mücadele etmek için silahını atar.  Çünkü bizde ne kadar kötü olursa olsun aman dileyene silah çekilmez. Kötü roldeki arka cebindeki kama veya bıçağı çıkararak silahı olmayan bizim oyuncuya saplar veya saplamaya yeltenir, beceremez.

Anlattığım bu sahne benim yaşlardaki insanların küçükken bolca izlediği sahnelerdir. Birbirinin benzeri filmleri izlemek için ailemizden habersiz sinemaya gittik, okuldan kaçıp sinemanın yolunu tuttuk. Biz böyle büyüdük.

Askerde satranç turnuvası düzenlendi. Karşıma çıkan rakibin taraftarları olduğu kadar beni de destekleyenler vardı. Herkes nefeslerini tutmuş, oyunu izliyor ve oyunun sonunu merak ediyor. Ben güçlü rakibimi yendim. Destekçilerim de bir sevinç bir sevinç! Rakibimin destekçileri sonucu hazmetmemiş olmalılar ki "Akşamdan uykusuzdu, formunda değildi" dediler. Tamam, arkadaşınız formda değilmiş, yarın tekrarlayalım isterseniz diyerek centilmenlik yaptım. Çünkü satranç bir centilmenlik oyunudur. Olur dediler. Oynanmış, sonucu belirlenmiş oyun tekrarlanır mıydı? Ertesi günü oynadık ve ben yenildim. Benim yaptığım centilmenliği maalesef rakibimden göremedim. Sonunda o arkadaş üst tura yükseldi. İzlediğim filmlerden epey etkilenmişim anlayacağınız.

Aman dileyen rakibe silah çekmemek, onu gafil avlamamak, onunla eşit şartlarda mücadele etmek güzel bir haslet! Ama tedbiri elden bırakmamayı da iyi bilmemiz, rakibe fırsat vermememiz gerekir. Çünkü rakip zayıf anımızı kollar. Bizim teptiğimiz fırsatı rakibimiz tepe tepe kullanır. 

Adına "stratejik ortaklık" denilen Türkiye-ABD ilişkilerini bilmek için uluslararası ilişkiler okumaya gerek yok. Sokaktaki ilkokul mezunu bir vatandaşımıza sorsak "ABD'nin yaralı parmağa işemediğini, çıkarının olmadığı bir yerde at oynatmadığını, dünyada cereyan eden kötülüklerin babası olduğunu, bizim filmlerdeki başroldeki kötü rol oyuncusu gibi olduğunu, ondan her türlü melanetin beklenebileceğini, rakiplerine diz çöktürmek için zayıf noktalarını kolladığını, fırsatını bulduğu zaman orantısızca saldıracağını" söyler. Nitekim ağustos ayında ABD bize saldırdıkça saldırıyor, vurdukça vuruyor. Neremize vuruyor? Ekonomimize, yani zayıf noktamıza! 

Ve biz oturup kalkıp devletiyle, milletiyle ABD'ye kızıyoruz, ortaklığa sığmaz yaptığın diyoruz. Niye kızıyoruz ki ABD'ye. Zihniyetini, tıynetini, meşrebini ortaya koyuyor. Başkası da beklenmez zaten. Onun görevi sokmak, yıkmak, vurmak, kırmak. Tıpkı yılan gibi, akrep gibi! Yılan ve akrep bizi soktuğu zaman bu hayvanlara kızar mıyız? Çünkü doğasında sokmak var bu hayvanların. Kızsak da faydası olmaz zaten. Belki de en fazla kendimize kızarız, niçin tedbirimizi almadık diye. ABD de doğasının gereğini yapıyor. Biz kızalım da kendimize kızalım. Çünkü düşmanımıza çalım verdik, malzeme verdik. Zamanında tedbirimizi almadık. O da şimdi zayıf yönümüz olan ekonomimize vuruyor.

Sıkıntılı anlarda ne tedbir alabiliriz demekten ziyade barış ortamlarında gevşeklik göstermeden tıpkı düşmanımız gibi silahlanmamız, ekonomimizi düzeltmemiz gerekirdi.

Bu da bize ibret  ve kulağımıza küpe olsun!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde