Ana içeriğe atla

Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!"

Fakültede öğrenciyim ve evliyim. Kuvvetle muhtemel bir çocuğum var. Fırsat ve iş buldukça inşaatlarda amele olarak çalışıyorum.

Bir haftasonu idi. Bozkır'da bir sınıf arkadaşımın düğünü var. Tam düğüne gitmeye hazırlanırken eşimin bir akrabasının bir inşaat işi varmış, çatıya makat atılacakmış. (Kiremitin altına kiremiti tutsun diye konan çamur) 

Bozkır'a düğüne gitsem hem masraf edeceğim. En iyisi çalışmaya gideyim ki hem aile bütçeme katkı olsun, hem de akrabanın işi görülsün. 

Sabahleyin erkenden ortaokulda okuyan kayın biraderimle birlikte akrabanın evinin yolunu tuttuk. Ücret falan konuşmadık. Zira akraba ile ücret konuşulur mu? Akşama kadar ben, kayın birader, akrabanın kendisi, usta (var mıydı hatırlamıyorum) ahır veya samanlığın tüm makat işini bitirdik. İyi de yorulduk. Çalışanlar bilir, inşaatta çalışmak zordur. Hele makat atmak belki de en zoru. Toprağı samanla bir güzel harmanlayacaksın. Su ile karıştırıp karmak için daire şeklinde havuz yapacaksın. İçini su ile dolduracaksın. Ardından elindeki kürekle toprağı suya yavaş yavaş bir güzel emdirip çamur yapacaksın. Çamur ne cıvık, ne de pek olacak. Yan kıvamında olması için kürekle durmadan aktaracaksın. Yani bu arada suyu da dışarı kaçırmayacaksın. Güneş tepene dikilmiş, elime geçtin, ne yapayım sana der gibi ısısını verdikçe buram buram terletip ter akıtıyor, üzerimizde boza pişiriyor. Sarısın zaten Güneşin seni yakmaması mümkün değil. Kıvamına getirdiğin çamuru kürekle kovaya doldurup dört gözle çatıda bekleyen ustaya uzatıyorsun. Gönderdiğin kovayı boşaltmasıyla birlikte usta sana boş kovayı tekrar uzatıyor ve ardından çamuuur diye sesleniyor. Soluklanmadan gelen kovayı tekrar tekrar doldurup uzatıyorsun. Gönderdiğin kovadaki çamur ne ki? Bir kiremitin altını kapatacak şekilde kalınca döşeyiveriyor. Mesai kavramı da yok. İş bitinceye kadar çalışacaksın, bu iş zormuş, ben bırakıyorum, ne halin varsa gör deme durumun da yok. Çalışıyoruz ama emeğimizin, alın terlememizin ve kürek sallamamızın karşılığını alacaktık. Şurada akşama ne kaldı? Ceniniz para görürse tüm yorgunluğumuz giderdi nasılsa.

Bize su getirip götüren, getir-görür işi yapan ev sahibinin hanımı kocasının huyunu iyi biliyormuş ki biz çalıştıkça "Sağ olsun çocuklar yardımımıza geldi. Bu çocukların yevmiyesini ver" dedi kocasına. Bunu birkaç defa tekrarladı. Kayın biraderle ben, "Yok ya, ne parası? Biz öylesine yardıma geldik" dedik. Kadın akşama doğru "Bu çocuklara paralarını vereceksin" diye kocasına bir daha söyledi. Adam, "Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!" demez mi? Buyur buradan yak şimdi! 

Akşam ezanlarıyla birlikte (belki de ezan okulalı epey olmuştu) işi bitirdik. Vedalaşıp ayrıldık. Yürüyerek evin yolunu tuttuk. Belki de bir saat yürüdük. Çünkü uzaktı mesafe. Enişte ayrılırken sağ olun dedi mi hatırlamıyorum.  Yorgunluğu, terlemeyi, yürüme mesafe ve saatini de unuttuk. Çünkü aradan 29 yıl geçti en azından. Her şeyi unuttuk ama noktası virgülüne unutmadığımız tek şey eniştenin hanımına kızarak "Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!" şeklinde bağırmasıydı. Kayın ile bir araya geldikçe hatırlarız o anı.

Rahmetliden ne ne umduk, ne bulduk! Enişteyi tanırdım ama cebinde bu kadar akrep olduğunu bilmiyordum. Böyle dedi ya, giderken cebimize biraz para koyar umudu vardı. Zira öğrenciydik ne de olsa. Ayrılırken arkamıza baka baks gittik acaba insafa gelir mi diye. Ama ne Nuh dedi, ne de peygamber! İşini bedava yaptırdığını kar saydı.

Aradan yıllar geçti. Bir gün eşi, "Beni evime bir bırakıver, neyse paranı vereyim" dedi. "Ben para falan istemem. Eğer illa para vereceksen eniştenin bizi çalıştırdığı o bir günlük yevmiyeyi verseniz iyi olur, zira hiç aklımdan çıkmadı. Oğlunuz müteahhitlik yapıyormuş, üstelik işi de iyiymiş. Babası rahmetlinin borcunu ödeyiversin" dedim. Sadece güldüler o ve arabadaki diğer taşıdıklarım. Tamam söyleyeyim de versin dedi. Yine öyle kaldı. Şaka yaptığımı sandılar. Ciddi olduğumu nasıl gösterebilirim ki? Gerçi vermezler. Verseler de ne ifade eder ki? İşçinin alnının teri kuruduktan sonra ne işe yarar ki?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde