Fakültede öğrenciyim ve evliyim. Kuvvetle muhtemel bir çocuğum var. Fırsat ve iş buldukça inşaatlarda amele olarak çalışıyorum.
Bir haftasonu idi. Bozkır'da bir sınıf arkadaşımın düğünü var. Tam düğüne gitmeye hazırlanırken eşimin bir akrabasının bir inşaat işi varmış, çatıya makat atılacakmış. (Kiremitin altına kiremiti tutsun diye konan çamur)
Bozkır'a düğüne gitsem hem masraf edeceğim. En iyisi çalışmaya gideyim ki hem aile bütçeme katkı olsun, hem de akrabanın işi görülsün.
Sabahleyin erkenden ortaokulda okuyan kayın biraderimle birlikte akrabanın evinin yolunu tuttuk. Ücret falan konuşmadık. Zira akraba ile ücret konuşulur mu? Akşama kadar ben, kayın birader, akrabanın kendisi, usta (var mıydı hatırlamıyorum) ahır veya samanlığın tüm makat işini bitirdik. İyi de yorulduk. Çalışanlar bilir, inşaatta çalışmak zordur. Hele makat atmak belki de en zoru. Toprağı samanla bir güzel harmanlayacaksın. Su ile karıştırıp karmak için daire şeklinde havuz yapacaksın. İçini su ile dolduracaksın. Ardından elindeki kürekle toprağı suya yavaş yavaş bir güzel emdirip çamur yapacaksın. Çamur ne cıvık, ne de pek olacak. Yan kıvamında olması için kürekle durmadan aktaracaksın. Yani bu arada suyu da dışarı kaçırmayacaksın. Güneş tepene dikilmiş, elime geçtin, ne yapayım sana der gibi ısısını verdikçe buram buram terletip ter akıtıyor, üzerimizde boza pişiriyor. Sarısın zaten Güneşin seni yakmaması mümkün değil. Kıvamına getirdiğin çamuru kürekle kovaya doldurup dört gözle çatıda bekleyen ustaya uzatıyorsun. Gönderdiğin kovayı boşaltmasıyla birlikte usta sana boş kovayı tekrar uzatıyor ve ardından çamuuur diye sesleniyor. Soluklanmadan gelen kovayı tekrar tekrar doldurup uzatıyorsun. Gönderdiğin kovadaki çamur ne ki? Bir kiremitin altını kapatacak şekilde kalınca döşeyiveriyor. Mesai kavramı da yok. İş bitinceye kadar çalışacaksın, bu iş zormuş, ben bırakıyorum, ne halin varsa gör deme durumun da yok. Çalışıyoruz ama emeğimizin, alın terlememizin ve kürek sallamamızın karşılığını alacaktık. Şurada akşama ne kaldı? Ceniniz para görürse tüm yorgunluğumuz giderdi nasılsa.
Bize su getirip götüren, getir-görür işi yapan ev sahibinin hanımı kocasının huyunu iyi biliyormuş ki biz çalıştıkça "Sağ olsun çocuklar yardımımıza geldi. Bu çocukların yevmiyesini ver" dedi kocasına. Bunu birkaç defa tekrarladı. Kayın biraderle ben, "Yok ya, ne parası? Biz öylesine yardıma geldik" dedik. Kadın akşama doğru "Bu çocuklara paralarını vereceksin" diye kocasına bir daha söyledi. Adam, "Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!" demez mi? Buyur buradan yak şimdi!
Akşam ezanlarıyla birlikte (belki de ezan okulalı epey olmuştu) işi bitirdik. Vedalaşıp ayrıldık. Yürüyerek evin yolunu tuttuk. Belki de bir saat yürüdük. Çünkü uzaktı mesafe. Enişte ayrılırken sağ olun dedi mi hatırlamıyorum. Yorgunluğu, terlemeyi, yürüme mesafe ve saatini de unuttuk. Çünkü aradan 29 yıl geçti en azından. Her şeyi unuttuk ama noktası virgülüne unutmadığımız tek şey eniştenin hanımına kızarak "Yav! Ne zorlayıp duruyorsun? Almayız diyorlar ya!" şeklinde bağırmasıydı. Kayın ile bir araya geldikçe hatırlarız o anı.
Rahmetliden ne ne umduk, ne bulduk! Enişteyi tanırdım ama cebinde bu kadar akrep olduğunu bilmiyordum. Böyle dedi ya, giderken cebimize biraz para koyar umudu vardı. Zira öğrenciydik ne de olsa. Ayrılırken arkamıza baka baks gittik acaba insafa gelir mi diye. Ama ne Nuh dedi, ne de peygamber! İşini bedava yaptırdığını kar saydı.
Aradan yıllar geçti. Bir gün eşi, "Beni evime bir bırakıver, neyse paranı vereyim" dedi. "Ben para falan istemem. Eğer illa para vereceksen eniştenin bizi çalıştırdığı o bir günlük yevmiyeyi verseniz iyi olur, zira hiç aklımdan çıkmadı. Oğlunuz müteahhitlik yapıyormuş, üstelik işi de iyiymiş. Babası rahmetlinin borcunu ödeyiversin" dedim. Sadece güldüler o ve arabadaki diğer taşıdıklarım. Tamam söyleyeyim de versin dedi. Yine öyle kaldı. Şaka yaptığımı sandılar. Ciddi olduğumu nasıl gösterebilirim ki? Gerçi vermezler. Verseler de ne ifade eder ki? İşçinin alnının teri kuruduktan sonra ne işe yarar ki?
Yorumlar
Yorum Gönder