Ana içeriğe atla

Niçin Hep PKK'ya Kızıyoruz?

Hakkari'de görev yapan bir astsubayımız terör örgütünün yola tuzakladıkları  bombayı patlatmaları sonucu eşini ve on bir aylık çocuğunu teröre kurban verdi. Aynı anda iki canını kaybeden astsubayımızın başı sağ olsun. "Vatan sağ olsun" diyerek metanetini koruyan astsubayımızı tebrik ediyorum. Allah kendisine yeni hayırlı bir eş ve çocuklar versin. İnşallah bu menfur olayın benzeriyle Rabbim insanımızı  bir daha karşı karşıya getirmez.

Terör genelde asker ve polisimizi hedef alır. Sıkıştı mı çoluk çocuk demeden pusu kurar. İşte bu defa da elinde silahı olmayan bir kadını ve on bir aylık yavrusunu hedef aldı. Gözü dönmüş, kalleş ve kahpe bir örgütten de başkası beklenmez zaten. Mert değildir bir defa. Görünür değildir. Ne zaman, nerede, kimi vuracağı belli olmaz. 

Bu menfur olay olduğu zaman da tıpkı diğerleri gibi milletçe kenetlendik, teröre lanet ettik. Başka da elimizden bir şey gelmiyor.  Kızdık, kızmaya devam ediyoruz. "Ne isterler kadından ve on bir aylık çocuğundan" diyoruz. Kime kızıyoruz? Başkasının maşası taşeron bir örgüte kızıyoruz. Bence bu örgüte kızmaktan ziyade bu örgütü besleyen, üzerimize salan arkasındaki güce kızmamız lazım. Çünkü hiçbir terör örgütü arkasında bir devlet olmadan operasyon yapamaz ve yaşayamaz. 

Polisimiz ve askerimiz bizim huzurumuz için bu alçak ve hain sürüsüyle uğraşırken devlet aklı, bu örgütü üzerimize salan gücü tespit ederek işi masada halletmesi lazım. PKK'nın bu alçaklığı ne ilk ne de son olacağa benziyor. Her olaydan sonra "Kanı yerde kalmayacak, bu terör örgütü bunun bedelini ödeyecek" demek ve operasyon üzerine operasyon yapmak çözüm değildir. 

Askeriye ve polisiye tedbirlerle devlet terörün rahat operasyon yapmasının önünü kesti. Bitirebilir mi? Bitmez. PKK, pes der mi? Demez. Çünkü PKK'nın elinde bir irade yoktur. Ne zamanki nefretimiz ve oklar PKK'ya değil de arkasındaki güce yönelirse bir mesafe kat ederiz. Yoksa her olaydan sonra şimdi olduğu gibi bir maşaya kızar dururuz. Bu da bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisineklerle uğraşmaya benzer.

Allah bu milleti terör belasından kurtarsın. Bu ülkeye karşı kötü emelleri olanların tuzaklarını kursaklarında bıraksın, birlik ve beraberliğimizi bozmasın. Terör en kısa zamanda köpeklerini üzerimize salanların boynuna dolansın, tıpkı bumerang gibi. Allah bu milletin yardımcısı olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde