Ana içeriğe atla

Pazarcı Esnafı ve Maarif Sistemimiz



Son yıllarda uygulanmakta olan eğitim ve öğretim sistemimizin durumunu semt pazarlarında esnaflık yapan pazarcı esnafının durumuna benzetirim. İçinizden ne alaka diyebilirsiniz. Görüntüsü ve iş alanları itibariyle bir bağlantı göremeyebiliriz. Her ikisinin de sattığı/ortaya çıkardığı ürün dolayısıyla aradaki bağlantıyı anlatmaya çalışayım efendim! Önce pazarcı esnafı kimdir, özelliği nedir sorusuna cevap arayalım. Bilenler için tekrar olsun. Hemen hemen her ilimizde semt pazarları kurulur. Ben burada Konya semt pazar esnafından bahsetmeye çalışacağım. Baştan söyleyeyim anlatacağım pazarcı esnafının istisnaları var. Kastım hepsi değil. Ama bir algıyı ortaya koyamaya çalışacağım.

Pazarcı esnafı her gün satacağı meyve veya sebzeyi pazarın kurulacağı semte taşır. Sabahın erken vaktinde tezgahını açar, görenleri hayran bırakacak şekilde tezgahını bir güzel istifler. En öne ürünün en iyisini koyar. Satış yapmaya başlar. Müşteri öndeki ürüne bakar, malı beğenir, pazarcı tezgahın arkasından verir. Çünkü seçmece yoktur. Müşteri ön taraftan istese de pazarcıya göre önü de aynı, arkası da aynı malın.

Pazarcı, müşterinin istediği kiloyu vermek için poşete malı koyar, arka taraftaki terazi ile tartar ve poşetin ağzını -onca işinin arasında- bir güzel bağlayarak sana teslim eder. Beğendiğin ürünü en uygun fiyata alarak -üstelik- senin doldurmana imkan vermeden kendi doldurup bir de poşetin ağzını kapatması seni memnun eder. İyi alışveriş yaptım diye evinin yolunu tutar, mutfağa koyarsın. Yorgunluğu atmak için hafifçe uzanırsın. Az sonra eşinin çığlığını duyarsın. Hanım, ne oldu demeye kalmadan. Poşetten çıkan ürünleri gösterir: “Şuna bak! Ne kadar çürük çarık varsa doldurmuş içine, görmedin mi alırken…” der eşin. Görmek ne mümkün efendim! El çabukluğuyla tezgahın ardından öyle itina ile poşete koyar ki sen birinci sınıf malı aldım sanırsın. Üstelik pazarcı yalan söyleyecek değil ya. Ona göre hepsi aynı.

Anlatmak istediğim; pazarcı, halden aldığı sebze ve meyvenin ezik ve çürük çarığını, irili ve ufaklı olduğunu ayırmadan akşama kadar müşteriye satar. Elindeki malı tüketerek kalan çöpü -nasılsa belediye temizliyor diyerek- olduğu yere boşaltır ve evinin yolunu tutar. Farkındaysanız pazarcı; malın eziği çürüğü diğer sağlamları çürütür, bozar demeden hepsini satar. (Hakkını yemeyelim, üç-beş ezik ve çürüğün yanında birkaç tane de sağlam koyuyor. Milli servet atılır mı? Ya da daha düşük fiyata verilir mi?)

Sadede gelelim…pazarcı esnafının satışının maarifimizle alakasına. Türk Milli Eğitim sistemine okumak için giren her bir öğrenci; ana sınıfından liseyi bitirinceye kadar hedefi olsun veya olmasın, notu yüksek olsun veya olmasın, dersi zayıf olsun veya olmasın, sorumlu olsun veya olmasın, okulun beyefendisi/hanımefendisi olsun, okulun altını üstüne getirsin… aynı sınıf ortamında fire vermeden hepsi mezun olur. Yani bizim eğitim sistemimiz çürüğü çarığı, eziği, sorumlulara zarar vereni, ders yaptırmayanı da mezun eder. Herkese diploma verir ve üniversite kapısına yığar. Hoş üniversiteye girenler de kolay kolay sınıfta kalmaz. Sonra hepsi birden şu okuldan diplomam var deyip toplum içerisine çıkar.

Sanırım derdimi anlatabildim. Pazarcı da tüm ürününü satar, cebini ve mutfağını yakar. Okullar da önüne gelen herkesi kapasite ve yeteneğine bakmadan, bilgisini doğru dürüst ölçmeden piyasaya sürer. Piyasa ehil veya değil, işe yarar veya yaramaz diplomalı insanla dolu. Pazardan aldığın üründen kolay kolay yemek olmaz. Okullarımızdan mezun olanlara da kolay kolay iş veremezsin. Öyle zannediyorum toplum hem pazardan aldığı üründen, hem de herkesi diplomalı yapan insan kaynağından şikayetçi. Ne zaman farkına varacağız pazardan alınan malın içindeki çürüklerin sağlam ürünlere zarar verdiğini…Ne zaman kafamıza dank edecek okullarda okumam/okumayacağım diye direnenlerin, sorumluluğunu bilen öğrencilere zarar verdiğini…   

Semt pazarlarını ve esnafını beğenmesek de pazarlara alışverişe gitmeye devam ediyoruz. Maarifimizin içinde bulunduğu durumu, okullarını ve mezun ettiği öğrencileri beğenmesek de okullara çocuklarımızı göndermeye devam ediyoruz. Büyük çoğunluğumuz bu durumdayız. Çok azımız pazar yerine manav ve marketlerden alışveriş yapar, çünkü imkanı yerindedir. Yine çok azımız çocuğunu alıp özel okulda okutuyor. 

İşte ben pazarcı esnafıyla maarif sistemimiz arasında böyle bir bağlantı kurabildim. Çok mu zorlama oldu yoksa?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde