Ana içeriğe atla

Paramızın Erimesinde ABD'nin Uyguladığı Yaptırımların Etkisi Büyük. Ama...


Önce 17-25, ardından 15 Temmuz hain ve kanlı darbesinde hedefine ulaşamayan ABD, son kozunu oynuyor: Bir ekonomik savaşla karşı karşıyayız. Evet bunun adı bir savaş. İçinde silah olmayan bir savaş. ABD'nin tek taraflı dayatmalarına karşı bu savaşı ya kazanacağız, ya kazanacağız. Aksini düşünmek bile istemiyorum.

Paramızın döviz kuru karşısında özellikle dolar cinsinden un ufak olmasında ABD'nin ülkemize uyguladığı yaptırımların etkisi büyük. ABD'nin isteklerine boyun eğmeyen Türkiye "stratejik ortağımız" tarafından cezalandırılıyor. Ülkeyi içeriden silahla satın alamayan ABD, bu sefer kansız silahına başvuruyor. Bu tespitte öyle zannediyorum hem fikiriz. Bu kısım çuvaldız kısmı.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. İşin iğne kısmına gelelim. Yani iğneyi kendimize batıralım. Ekonominin mevcut durumundan, paramızın sürekli erimesinden bizim hiç mi suçumuz yok?  Olmaz olur mu? Belki de suçun büyüğü bizde. Her ne kadar ABD bizim için stratejik ortak, müttefikimiz dese de ne zamandır cami duvarına işemenin de ötesine geçip pislemeye başlamıştı. Aklı sıra bizi terbiye edecek ve bu yüzden son kozu olan ekonomik savaşı başlattı. Pekiyi biz bu savaşa hazırlıklı mıydık? Görünen hazırlıklı olmadığımız ortaya çıktı. Bize savaş açan ABD ise savaşa çok iyi hazırlanmış, zayıf noktalarımız, gediklerimiz neresi iyi etüt etmiş. Biz ise düşmanın bile bildiği deliklerimizi kapatma ve tedbir alma yoluna gitmemişiz. Hiç ABD'ye falan kızmayalım. Bu bir savaşsa düşman, senin zayıf noktandan vuracak. Cari açığa çözüm bulmamışız, ihracat ve ithalat dengesini sağlayamamışız, üstelik bazı gıda ürünlerini bile ithal etmeye başlamışız, kendi kendimize yeten değil, dışa açık ve onlara muhtaç yaşamaya alışmışız, tüketimden üretime geçememişiz, sıcak paraya dayalı ekonomi ile işi döndürebileceğimizi düşünmüşüz, ülkemizde paradan para kazanan sıcak parayı tutamamışız, kriz ben geliyorum demesine rağmen kamuda tasarruf tedbirleri almaya başvurmamışız, rahatımızdan hiç ödün vermeden israf ekonomisinin ekmeğine yağ sürmeye devam etmişiz, devletler arası ilişkilerde kazan kazan politikası izleyerek ve diplomatik bir dil kullanarak masada işi bitirmeye çalışmaktan ziyade meydanlarda restleşme yoluna gitmişiz, meydan okumuşuz ve ABD savaşı başlatmış, arka arkaya yaptırım kararı almış; ekonomimizde sorun yok, güçlü bir bankacılık sistemimiz var diyen yetkililer, kurun tepetaklak olması karşısında acziyet içerisinde oldukları imajını verdi ve piyasayı rahatlatmak için ellerinde fazla bir seçeneğin olmadığı ortaya çıktı. Ne de olsa "stratejik ortağımız" gidip görüşelim diye gönderdiğimiz heyet eli boş döndü. Hükümetin bir şey yapmayacağını veya yapamayacağını anlayan piyasa, ekonominin geleceğine dair güven duymadığı için TL, dolar karşısında nakavt olmuş durumda. Merkez Bankası faiz artırıyor; olmuyor, dolar ihtiyacını karşılamak için piyasaya dolar sürüyor; olmuyor, Ekonomi Bakanı paket açıklaması yapıyor; olmuyor, olmuyor oğlu olmuyor. Çünkü ekonomimizdeki delikler su almaya devam ediyor. 

Şimdi soralım kendi kendimize. Esas suçlu kim? Bu savaşta maalesef suçumuz büyük. Yapmamız gerekenleri zamanında yapmadık. Su uyur, düşman uyumaz sözünü çabuk unuttuk, bizim bizden başka dostumuz yok sözü sadece dilimizde kaldı. Rakibe sahamızda top çevirecek alan vermeyecektik. Eceli gelen köpek, ne yapacağını bilemez durumda sağa-sola saldırır. ABD'nin yaptığı da budur. Kızıp köpürmede ABD'ye kızarken daha fazla kendimize kızalım. Kızarken de soğukkanlılığı elden bırakmayalım, kalıcı tedbirler alalım. Özellikle devlet israf ekonomisinin önüne geçmeli, önce kendisi uymalı buna. Borç batağında olmasına rağmen üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokan, para harcamada hesap-kitap yapmayan, israf ekonomisinin zirvesini yaşayan, durmadan yap-boz, tekrar boz-yap mantığıyla ne yaptığını kendisi de bilmeyen belediyelerin kulaklarını çekmesi gerekir. Mali disiplinden ödün vermeden öncelikli olmayan yatırımlar için frene basmalıdır. Hükümetin bize operasyon çekiliyor demeyi bir tarafa bırakıp herkes gibi seyretmemesi, karar almada acziyet göstermemesi gerekir. 

Ekonomimizde cereyan tüm olumsuzluklar canlı yayında olup biterken biri hariç muhalefetin hükümetin yanında olduğunu açıklaması, vatandaşın soğukkanlılığını devam ettirmesi, birlik ve beraberlik mesajı vermesi içimizi rahatlatan iyi yönlerimizdir. Vatandaşın ekseriyeti bu hükümete 16 yıldır iktidar imkanı sundu. Vatandaş siyasi istikrarı sağladı, hükümet de ekonomik istikrarını önce sağlamalı, ardından sürdürmelidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde