Ana içeriğe atla

Otuz Üç Derece Sıcağın Altında Kravatlı Bir Adam


Meram Yaka otobüsüne bindiğimde çoğu zaman bir beyefendiyi görürüm. Dikkat çeken nevi şahsına münhasır bir görüntüsü var. Sanırım bir kamu kurumunda memur. Kuvvetle muhtemel bir öğretmen. Çünkü çoğu zaman sabahın erken saatinde onu elinde çantasıyla görmek mümkün.

Otobüse bindiği zaman ne selam verir, ne selam alır, ne insanların yüzüne bakar, ne de başkasının yüzüne bakmasına imkan verir. Genelde ön koltukları kapar, oturaktan öne doğru sarkar, öndeki demirlerden destek alır.

Hayata küsmüş bir hali var. Dünyadan ve insanlardan bir beklentisi okunmuyor yüzünde. Gülmeyen, asık suratlı bir yüzü kimseyi yanına yaklaştırmaz. Zaten yanındaki koltuğu hep boş olur. Çünkü koridor tarafındaki koltuğa oturur. Biri kalkar da yanına oturmaya kalkarsa “Beyefendi geçebilir miyim” diye izin alması gerekir. Buna da bugüne kadar cesaret eden olmadı.

Dün yine gördüm otobüste. Orta kapı boşluğundaki koltuğa iki kişilik oturmuş vaziyetteydi. Sanırım hastaneden geliyor. Çünkü sağ kolu sarılı idi. Haberi var veya yok, yaralı yerinden bandajın dışına kan sızmış, neredeyse kolundan aktı akacak.

Yüzü, duruşu ve oturuşu yine her zamanki karizmasıydı. Boynundan düşmeyen kravatı da. Sıkı sıkıya bağlamıştı yine yakasına kravatı. Adamdaki kravat aşkına bak dedim kendi kendime. Malumunuz mevsim yaz. Hava raporları Konya’yı 33 derece gösteriyor. Adamın boynunda yine kravat! Üstelik yaz tatilinde ve hastaneden geliyor. Pes, bu kadar da olmaz.

Birkaç yıl öncesi olsa kravat devlet memuru için zorunludur, mecburen takacak derim. Ama Yönetmeliğinde olmasına rağmen memurların giyim ve kuşamları sendikaların aldığı karar gereğince uygulanmıyor. İsteyen istediği şekilde dairesine ve okuluna gidiyor. Zevklerle, renkler tartışılmaz, adam istediğini giyebilir, kravat da takar diyebilirsiniz. El hak doğru dersiniz. Adam istediğini giyer, istediğini de takar. Kendi tercihi elbet! Benim merakım bu adam yatağa girerken o kravatı çıkarıyor mu? Gördüğüm kadarıyla resmiyeti seven ve ciddiyete hayran biri.

Hep dikkatimi çeken bu kravatlı halini soramadım gitti. Zira cesaret edemedim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde