Ana içeriğe atla

Dünya Bir Kuduz Vakasıyla Karşı Karşıya! ***


Bir ülke düşünün ki yüzyıldır dünyaya yön vermiş, istediği şekilde şekillendirmiş, amacına ulaşmak için yeri geldiği zaman güç-kuvvet kullanmış. Yine bu ülke kaybetmeyi göze alamıyor, işine gelmeyen bir karar alındığı zaman BM’deki veto hakkını kullanıyor, sessiz yığınlar sayesinde dünyaya efeleniyor, karşılığı olmayan parasıyla ekonomileri alt üst ediyor ve bu ülkenin yaptıklarına kimse sesini çıkarmıyor. Azmış, azdırılmış, ne oldum delisi olmuş. Böyle bir ülkenin başına ülkesi birini seçiyor.

Seçilen bu kişinin devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan tasarruflarını görünce daha önce "Dünya bir deliye emanet" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu tür hareketlerini “Delidir, ne yapsa yeridir” çerçevesinde değerlendirmiştim o yazımda. Çünkü deli biri yaptıklarından dolayı hem hukuk nezdinde, hem de halk nezdinde hesaba çekilmez. Adı geçen devletin başta Türkiye olmak üzere bazı ülkelerin burnunu sürtmek ve dize getirmek amacıyla ekonomilerini batırmak için elindeki tüm kozları oynadığını görünce deliye haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Çünkü delilik bir Allah vergisidir. Aklını kullanamadığı için Allah katında da masumdur.

Gücünü para babalarının desteğinden alan ve onların dediklerini harfiyen uygulamaya koyan, bir dediği diğerini tutmayan ve ülkesini attığı tweetlerle yöneten bu kukla kişinin hareketlerini tekrar gözlemledim. Ne doktorum, ne de veteriner hekim! Ama bir delinin hareketlerinden ziyade kuduz bir köpeğin saldırganlığı var kendisinde. Evet, dünya bir kuduz vakasıyla karşı karşıya! Suyunu bulandıran ve emirlerini dinlemeyen, “Efendim, ben ettim sen etme, emrindeyim” demeyen Türkiye’ye saldırdıkça saldırıyor. Türkiye “olmaz” dedikçe salyalarını akıtıyor, kuduruyor. Türkiye ekonomik krize sürüklendikçe dört köşe oluyor ve yetmez “sıradaki koz” diyor. Tüm ülkesi “Ne güzel yapıyor” diye alkış tutuyor. Her zaman olduğu gibi dünya sarı ineği vermeye razı olmuş görüntüsü veriyor sessiz duruşuyla. “Yeter ki bize dokunmasın” diyor. Unutmasınlar ki bu sarı ineğe I.Dünya Savaşında büyük bir operasyon çekildi, yerle bir edildi. Küllerinden yeniden doğdu. İçimizdeki piyonları marifetiyle 61 İhtilali, 74 Muhtırası, 80 İhtilali ve 28 Şubat 1997 Post modern darbesini yaptırarak bize yön vermeye çalıştılar. Yine içimizdeki beslemeleriyle 17-25’i denediler. Ardından 15 Temmuz’da vurucu ve öldürücü bir hamle ile kanlı bir darbeye kalkıştılar. Olmadı bir türlü. Şimdi de son kozunu oynuyor. Bizi belki de “70 sente” muhtaç etmeye çalışıyor. Evet, bu süreçte ekonomimiz sıfırlanabilir, dibi görebilir, fakirleşebiliriz. Nitekim 5 Nisan 1994’te ve 2001’de halkımız ve devletimiz iyice fakirleşmişti. Yani biz bu günlere düşe kalka, bata-çıka geldik; öldük öldük, yeniden dirildik. Dipten yeni bir dalga yakalayarak yeniden bir çıkış yakalayabiliriz. Ama bu defa geçmiş hatalardan ders çıkaracağız. Çünkü sıcak paraya dayalı ekonomimiz eski darbe evreleri gibi bizi belirli periyotlarla hep duvara toslatıyor. Biz yine kalkacağız bu krizin altından. Ama bu defa her şeyi kendimiz üreterek... Kötü “müttefik, stratejik ortak” bizi mal sahibi yapacak.

Biz ayağa kalktığımız zaman sarı ineğin -yani bizim- kurban edilmek istenmemize sesini çıkarmayanlar sıranın kendilerine geldiklerini göreceklerdir. Bugün bizi vuran kuduz köpek vakası yarın onları da vuracaktır. Çünkü bu kuduz köpek adı üzerinde kuduz köpektir. Suçlu-suçsuz demez; önüne kattığını ısırır. Ne yerinde durur, sakinleşir, kendi kabuğuna çekilir, ne de yeter artık dünyaya çektirdiğim diyerek vicdan azabı çeker. Kuduzluğuna yine devam edecektir. Ölmemek için hayata tutunmaya çalışıyor. Ta ki bu kuduz köpek ölünceye kadar salya-sümük karıştırıp saldıracak. Kendi ölürken arkasından koşup ısırdıklarını da götürmek istiyor. Tek yaptığı bu!

*** 14/08/2018 günü Yenihaber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde