Ana içeriğe atla

12 Eylül 1980 *


Yaşadığımız coğrafyadan mıdır, içinde yaşayan insanında mıdır, komşularımızdan mıdır, yürüttüğümüz iç ve dış politikadan mıdır, oyun kurucu olmayıp figüran olduğumuzdan mıdır, ülkeyi yöneten insan unsurundan mıdır, iç ve dış etkilere açık olduğumuzdan mıdır, yeterince mücadele edemediğinden midir, kendi kendimize yetmediğinden midir, bize biçilen rolden midir, birilerinin bedduasını aldığımızdan mıdır -kendimi bildim bileli- bu ülke sorunlarla mücadele ediyor, ya da mücadele eder görünüyor. Kah teröre maruz kalıyor, kah ekonomik krize duçar oluyor, kah dış politikada dışlanıyor.

Bize bu ülkeyi verenler "Size öyle bir ülke bırakıyoruz ki sorunlarla boğuşacaksınız. Çünkü ipiniz bizim elimde" demiş olmalı ki sorunlarımız bitmiyor, pansuman tedbirlerle yolumuza devam ediyoruz. Sanki bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler, yerseniz demişler. Biz de sorun çözeceğiz diye didinip duruyoruz.

Yaşım 55. Yarım asrı devirdim. Bana "Bu ülkenin sorunları çözememesinin sebebi nedir dense askeriye tarafından yapılan darbeler derim. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 bu ülkenin on yılda bir yapılan darbelerin tarihleridir. On yılın tek istisnası 28 Şubat 1997 post modern darbesidir. 80 ihtilalinden 17 yıl sonra yapılmıştır. 15 Temmuz 2016 kanlı darbe kalkışması bile 12 Eylül'de yolu açılan FETÖ'nün eseridir.

Darbelerin içerisinde en köklüsü hangisi dense bugün 38 yılını geride bıraktığımız 12 Eylül ihtilali derim. Hani şu ABD istihbarat temsilcisi Paul Henze'nin dönemin ABD başkanı Jimmy Carter'a "Bizim çocuklar başardı" dediği darbe. Ülkemizdeki kara bulutların dağılmamasının, sürekli sorunlarla boğuşmasının temeli 12 Eylül darbesidir. Bu ülkeye yapılan her kötülüğün altında bu darbenin kökleri yatmaktadır. Kırk yıla yakın bir zamandır ülkemizde terör yapan, hala da terörüne devam eden, kandan beslenen örgüt bu dönemin eseridir. Dağ, kırsal veya bölgesel terörün şehir yapılanması olan FETÖ ise yine bu dönemde neşvünema bulmuştur. Adnan Oktarcılar diyebileceğimiz sosyete ve zengin  yapılanması yine bu döneme rastlar. DHKP-C'nin kuruluşu aynı dönemlere işaret ediyor Bugün bunlara DAEŞ eklenmiştir. Saydığım örgütler 80 öncesi kuluçkaya yatırılmış, ülkede akan kanı durdurmak için yapıldığı söylenen 80 ihtilalinden sonra ise doğum gerçekleşmiş ve derinden derine büyütülerek bir ahtapot gibi ülkenin her yerini sarmıştır. Birbirinin ikizi olan bu yapılar aynı amaca hizmet etmiştir. Sırası gelen harekete geçmiştir.

12 Eylül 1980 ülkenin ABD'nin oyunlarına peşkeş çekildiği gündür. Öyle bir temel atmışlar ki on yılda bir darbe yaptırmaya ihtiyaçları kalmamış. Sadece 17 yıl sonrasında 28 Şubat 1997'de bir ayar yapılmış o kadar. Biz hala 1982'de yapılan darbe Anayasası ile yönetiliyoruz. Her iktidara gelen yeni bir anayasa yapma sözü vermesine rağmen 38 yıl geçmiş hala yeni bir anayasa yapamamışız. Yamalı bohça gibi değiştirile değiştirile günümüze dek gelen mevcut Anayasadan kimse memnun değil, buna rağmen değiştirilemedi gitti.

Bunca yıl geçmesine rağmen maalesef biz 12 Eylül ile doğru dürüst yüzleşemedik. Ahı gitmiş, vahı kalmış iki darbe komutanını formaliteden yargıladık o kadar. Bugünkü kötülüklerin temelinin 12 Eylül olduğunu bilelim. Bilelim ki bir daha bizi gafil avlamasınlar.

* 12/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde