Ana içeriğe atla

Çok mu Zor? Sen Yoluna, Ben Yoluma Demek! ***


İnsan tek başına yaşayamaz. Çünkü sosyal bir varlıktır. Bundan dolayıdır ki toplu halde yaşarız. Bir araya gelir birlikte iş tutar, ticaret yaparız. Evleniriz. Birlikte siyasete girip ülke yönetmeye talip olur, hatta yönetebiliriz de. Arkadaşlar ediniriz, sonra dostluğa dönüştürürüz. Birlikte hayat mücadelesi veririz. 

Bazılarıyla bir ömür boyu birlikte oluruz, bazılarıyla başlamadan bitiririz, bazılarıyla uzun bir birlikteliğin ardından yollarımızı ayırırız. Bazılarıyla iyi, bazılarıyla da kavga ederek veya kırgın ayrılırız. 

Birlikte bir yola çıkmanın doğasında anca beraber kanca beraber olma vardır. İdeal olan da budur. Ama bu idealler, birlikteliğin temelini iyi atmadığımızdan veya başlangıçta olması muhtemel her şeyi konuşup kayda küreğe geçirmediğimizden ya da birlikteliğimizde çıkması muhtemel sorunları nasıl, ne şekilde çözeceğimizi konuşmadan, içimizdeki gizli ajandamızı gizleyerek kervan yolda düzülür prensibiyle yola çıkarız. Bu yolculuğumuzda iyi günler yaşar, acı-tatlı hatıralar da görürüz. Hayat böyle devam ederken arada bazen tatsızlıklar baş gösterebilir. Bu, yol kazasıdır. Sıcağı sıcağına konuşup sorunu çözmek varken ya büyütür, kırar geçiririz ya da içimize atarak bizi içten içe kemirir. Baktık olmayacak...Her geçen gün bu birlikteliğimiz bize zarar verecek. Oturur, düşünür, yeni bir yol haritası belirleyerek yollarımızı ayırırız. Nasıl ki birliktelik hak ise çok istenmese de ayrılık da bir haktır. Orta Asya'da Çinliler ile birbirimizi yiyip bitirirken Kavimler Göçü nedeniyle Anadolu'yu mesken edinmişiz. Çin de yaşıyor bugün, biz de. Üstelik en az sorun yaşadığımız ülkelerdendir Çin.

Tekrar esas konumuza gelirsek...Evlenip bir araya geldik. Az veya çok mutlu günlerimiz oldu. Ticaret yaparken başkasıyla ortaklık yaptık, kazandık da. Sonra baktık olmayacak...ayrıldık. Birlikte siyaset yaptık, başarılı da olduk. Bu başarı bizi zirveye de taşıdı. Değişik kademelerde sorumluluk üstendik. Sonra? Birbirimizin dilini anlamamaya başladık. Yollarımızı ayırdık. Böylesi durumlarda ne yapmak gerekiyor? Olmaz, mümkün değil, nasıl olur, beni bırakamaz deyip meseleyi Filistin-İsrail meselesi haline mi getireceğiz yoksa geçmiş birlikteliğin hatırına ayrı kulvarlarda birbirimize saygı duyarak mı yola devam edeceğiz? Bence ikinci yol en mantıklı ve doğru olan yoldur. Neden derseniz?

Bizim kültürümüzde bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, denir. Evlendik. Aynı yastığa baş koyduk. İyi günlerimiz de olmuştur mutlaka. En azından bir balayı dönemi yaşamışızdır. Defalarca birlikte kahve de içmişizdir. Belki çocuklarımız da oldu. Sonra anlaşamadık, ayrılmaya karar verdik. Niçin medenice ayrılmıyoruz? Niçin işi kavgaya götürüyoruz? Niçin öldürmeye kadar gözümüzü kan bürüyor? Niçin birbirimizi anlamamaya devam ediyor, birbirimize hayatı zindan etmeye devam ediyoruz? Demek ki bizde doku uyuşmazlığı varmış, bundan sonra sen yoluna, ben yoluma demiyoruz? Niçin benden uzak, Allah'a yakın ol diyemiyoruz? Geçmiş birlikteliğin ve iyi günlerin hiç mi hatırı olmaz böylesi durumlarda?

Siyasetimiz böyle değil mi? Birlikteyiz, ayrıldık. Seyret sen manzarayı artık! Sanki biri birlerinin babalarını öldürdüler. Ne bu şiddet ne bu celal! Kızgın sirke küpüne zarar verir beyler... Hiç mi iyi gününüz geçmedi geçmişte? Hiç mi bir arada kahve içmediniz? Öküz öldü diye ortaklığı bozup niçin birbirinizin kuyusunu kazmaya çalışıyorsunuz?

Ticari ortaklığımız sona erince de durumumuz evlilik ve siyasi ortaklığımıza benziyor. Diğer alanlarda da böyleyiz.

Bana göre hangi alanda iş tutarsak tutalım, hangi birlikteliği yaparsak yapalım, bir ve beraber iken nasıl ki birbirimizin aleyhinde konuşmadıysak ayrıldıktan sonra da konuşmayalım. Hoşlanmadığımız bu durumun ardından birbirimize "Rabbim selamet versin; sen yoluna, ben yoluma" diyelim. En azından geçmişin hatırına bunu yapalım. Kimse yol ayrımından sonra birbirinin yoluna çıkıp çomak sokmasın, aleyhinde konuşmasın. Çünkü böyle bir durumun ne ahlakta ne dinde ne de inandırıcılıkta yeri vardır. Hem ne belli ayrılığımızda hayır olmadığı? "Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde de hayır olabilir" demiyor mu ayet? Bırakın tabiatı zorlamayın. Kırarsınız. Zorla güzellik olmaz. Eğer illa bir şeyi zorlayacaksanız kendinizi sorgulayın. Çünkü başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden dolayıdır.

***07/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde