Ana içeriğe atla

Uzaklaştırma Kararı ***

"Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun" 8 Mart 2012 tarihinde TBMM tarafından kabul edildi. Kanunun amacı -adından da anlaşılabileceği gibi- ailenin özellikle kadına şiddeti önlemektir. Kanunun çıkarıldığı gün de önemli. Çünkü 8 Mart Dünya kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır.

Bu kanunun en dikkat çeken, zaman zaman tartışmalara neden olan yönü kadının beyanı meselesidir. Kadın veya şiddete maruz kalan; savcılığa, aile mahkemesine, polis veya jandarmaya başvurarak şikayette bulunması halinde mahkeme, şiddete başvuran kişi hakkında altı aya kadar uzaklaştırma cezası verebiliyor. Görüldüğü gibi kadın ve aileyi korumak amacıyla iyi niyetle çıkarılmış bir kanun var önümüzde.

Peki, bu kanuna rağmen kadına şiddeti daha ötesi kadın cinayetlerini önleyebildik mi? Kanunun çıktığı günden bugüne şiddete maruz kalan veya cinayete kurban giden kadın sayısı ile kanun çıkmadan önceki şiddet ve cinayetin bir istatistiği var mı elimizde? En azından benim elimde böyle bir istatistik yok. Ama kadına şiddet veya cinayete kurban giden kadın cinayetlerini her gün haberlerde seyrettiğimi söyleyebilirim.

Neden derseniz? Kanun yapıcılar kanunu çıkarırken bu toplumun yapısını göz önünde bulundurmamıştır. Niçin derseniz? Bir an için düşünelim. Kadın, kocasını şikayet etmek için ilgili mercilere başvuruyor. Mahkeme de kocaya “İki ay boyunca eşine, çocuğuna, evine yaklaşmayacaksın” desin. Bu tebliği alan koca “Öyle mi? Tüh ya! Madem öyle, ben de iki ay boyunca evime yaklaşmam, ne yapalım? Başa gelen çekilir” deyip evinden uzak mı kalacak? Adam ölümü göze alır, o eve yine yaklaşmaya çalışır ve eline geçirdiği zaman eşine, elinden gelen her türlü kötülüğü yapar. Haydi bir an için koca dişini sıktı, iki ay boyunca evine yaklaşmadı diyelim. İki ay sonra evine girişi serbest olan koca, o eve hayır eder mi? Hayır etmediğini hepimiz biliyoruz. Çünkü çoğu uzaklaştırma cezası verilen aile mahkeme kararları şiddet veya cinayeti tetiklediği görülmektedir.

6284 Sayılı Kanun, tamamen söz dinleyen normal insanlar için çıkarılmış bir kanundur. Karşımızda eşine şiddet uygulayan anormal bir durum ve anormal bir kişi var. Biz bu anormal kişiden normal davranmasını bekliyoruz. Ayrıca uzaklaştırma kararından sonra kadını kim koruyor? Böylesi durumlarda devletin 24 saat evi bekleyecek durumu yok. O zaman uzaklaştırma cezası alan kişi elini, kolunu sallayarak evine girebiliyor.

Kanun hazırlayıcıları ve uygulayıcıları daha iyi bilir ama bu haliyle bu kanun şiddeti önlememekte, hatta şiddeti körüklemektedir. Bence bunun nedeni ev içinde cereyan eden bir olayın şikayet konusu edilerek dışarıya çıkarılmasıdır.

Bana “O zaman kadın dayak yemeye devam mı etsin, şikayet edilmesin mi” diyebilirsiniz. Böylesi durumlarda şayet eşler medeni bir şekilde aralarındaki sorunu çözemiyorlarsa devreye aile büyükleri girmelidir. Aile büyüklerinin yapacağı arabuluculuk, kadını korumaya yönelik 6284 sayılı kanundan daha etkili olur kanaatini taşımaktayım.

***27/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde