Ana içeriğe atla

Bir Gün Yetkili Bir Sendika Olursam...*

Olur ya bir gün, oldu olacak, bir de sendikacılığa soyunayım dedim. Maceranın sonu yok biliyorsunuz. Kendi başıma bir sendika kurdum. Çiçeği burnundaki sendikam, umduğumdan öte bir ilgi gördü. Memurlar, "İktidar yanlısı ve iktidar karşıtı normal sendika ve konfederasyonlardan pek bir şey görmedik, bir de deli dolu konuşan anormalini deneyelim" dedi. Demekle de kalmadı, çoğunluk mevcut sendikalarından istifa ederek benim sendikama üye oldular. Kısa zamanda temsil ettiğim iş kolunda en çok üyeye ulaştım. 

Baktım iş kolu sendikam umut vaat ediyor. Diğer iş kollarında da sendikacılığa soyunurum. Beş tane sendikayı bir araya getirerek bir çatı konfederasyon kurarım. Gelecek vadeden konfederasyonumuza "ille bizi de alın" diyecekler. Kısa zamanda on bir iş kolunda da memurları temsil etme gücüne ulaşırım.

Bu durumda toplu sözleşmede kamu işveren heyetinin karşısına kim oturacak? Benimki de laf! Elbette ben oturacağım. Görün o zaman toplu sözleşme nasıl yapılır?

Sanmayın ki hükümetle çatır çatır pazarlık yapacağım, kavga edeceğim. Yok öyle bir niyetim. Zira ben uyumlu bir insanım. Ayrıca muhatap olacağım heyetin hükümeti, hükümetin de devleti temsil ettiğini bilirim, aynı zamanda haddimi de. Devlete karşı gelinmeyeceğini zaten biliyorum.

Ağustos bir dedi. Zam pazarlığı için hükümetle aynı masa etrafında buluştum. Hükümet bana "Ne isten, söyle" diyecek. Ben de canınızın sağlığı diyeceğim. "İste bir şeyler, verelim" diyecekler. Ne haddime benim efendim, vermeseniz de olur diyeceğim. Baktım vermekte ısrarcılar. Ağanın eli tutulur mu efendim, ne takdir ederseniz kabulümdür diyeceğim. Yine ısrar var, teklif yok. O zaman işveren heyetine, efendim! Ben bir oran vermeden size bir soru sorabilir miyim diyeceğim. Onlar da elbette diyecekler. Kaça kadar saymayı biliyorsunuz diyeceğim. Doğaldır ki bozulacaklar ve ne alaka diyecekler. Hiç efendim! Bugüne kadar benden önceki yetkili konfederasyonlarla toplu sözleşme yaparken dörtten yukarı hiç çıkmadınız. Bu, bütçe imkanlarını zorladığınız anlamına mı geliyor yoksa en büyük rakam olarak dört sayısını mı biliyorsunuz ya da siz hiç çift haneli rakam duydunuz mu diyeceğim. Kızıp sinirlenecekler. Bununla kalmayıp köpürecekler.  Sinirle beraber akılları başlarından gidecek, sinirleri tavan yapacak ve bana dörtten yukarı bir rakam bildiklerini göstermek ve caka satmak için dördün çok  üzerinde bir rakam söyleyecekler. "Nasıl söyledik bunu, bütçe disiplini ne olacak" deyip biraz dövünecekler ama geri dönemezler. Çünkü söz ağızdan bir kere çıkar. Böylece ilk görüşmede toplu sözleşme imzalanmış ve memur bugüne kadar Refah-Yol Hükümetinden sonra alamadığı zam oranını almış, muradına ermiş olur. Hükümet biz ne yaptık diye kara kara düşüne dursun. Ben nerde miyim? Tabii ki memurların omuzlarında. Çünkü bu sevinç beni olsa olsa omuzlara çıkarır. En büyük endişem, sevinç narası atacağız derken beni omuzlarından düşürmeleri.

Gördüğünüz gibi bir toplu sözleşmeyi tereyağından kıl çeker gibi ilk gününde hallettim. Şimdi sırada ne var, neyi halledeceksin derseniz bu başarıya göre, önce bir sendika kurmam gerekecek. Sonrası benim için çocuk oyuncağı. Yukarıda gördünüz.

Şunu da ilave edeyim. Bu toplu sözleşme masasında çok esnek olacağım. Taviz vermeyeceğim tek konu, toplu sözleşmenin notere pardon hakem kuruluna gitmesinin önüne geçmektir. Zira hakemden zırnık çıkmaz. Biz yine hükümeti öpüp başımıza koyalım. Hükümet bu sene size para yok dese de boş evraka imza atarım, işi hakeme bırakmam. Bu da benim olmazsa olmaz prensibim, yani kırmızı çizgimdir.

*31/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

  1. Beni de yönetimine yazmayı unutma. Elimden geldiği oranda ben de sana yardımcı olurum. Nasıl olsa tere yağından kıl çeker gibi bu işi yaparız. Hay ağzınla dilinle çok yaşa. Nerden akıl ettin böyle sendikacılığı. Neden şimdiye kadar kurmadın? Bizler her zaman sana destek verneye hazırız. Yeter ki iş bitirici ol. Sakın ha dediğin gibi hakeme filan da gitme. Onlara asla tenezzül etme. Onlardan gelecek iyilik Allah tan gelsin. Omuzlardan düşerim diye de endile etme. Sen bir kahramansın artık. Düşsen ne yazar. Kahramanlara bir şey olmaz. Sendika kurmada acele etsen iyi olur.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ediyorum desteğin için. Bir sendika kurarsam elbette birlikte yapacağız bu işi. Zira ekip ruhu önemli olacak bizde.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde