—Üstadım, eskiden kendi evinde, ailenle
birlikte mütevazı bir sofrada iftarını açarken belediye başkanı olduktan sonra
çok değiştin. Şimdi ramazanın her günü bir kesime yemek veriyorsun. Verdiğin
yemekler de dillere destan. Üstelik her bir yerden davetli çağırıyorsun.
Yemeğin yanında bu misafirlerin ulaşım ve otel masraflarını da çekiyorsun.
Belediye başkanlığı maaşın bu davetleri kaldırmaz. Bildiğim kadarıyla başkan
olmadan önce de çok variyetli ve cömert değildin. Ailenden miras kaldı desem,
ailen de kıt kanaat geçinen biri idi. Nereden bunun kaynağı? Yoksa bir yerden
gömü mü buldun ya da birileri bu masrafların sponsoru mu oluyor? Bu kadar
cömertlik neyin nesi?
—İlahi arkadaşım! Ne gömü buldum ne
ailemden miras kaldı ne sponsorum var ne cömerdim ne de tüm bu iftar masrafları
karşılamaya maaşım yeter.
—O zaman bu değirmenin suyu nereden, söyler
misin? Haydi deyiver. Aramızda, bilesin.
—Niye deşeliyorsun? Üzümünü ye, bağını
sorma.
—Olur ya senden sıra gelir, bu şehir halkı
döner şaşar, aklını peynir ekmekle yer ve beni bir gün bu şehre başkan yaparsa,
bu işler nasıl yapılır, acemilik çekmeyeyim diye soruyorum. Yarın ben vermem.
Senden önceki başkan yedirirdi derler.
—Bu değirmenin suyu belediyeden. Tüm
masrafları belediye çekiyor.
—Yani belediyenin sırtından şehrin ileri
gelenlerine ağalık yapıyorsun.
—Evet.
—Oldu mu ya şimdi bu yaptığın?
—Olmayacak nesi var? Mevzuatta temsil ve
ağırlama giderleri diye bir ödenek var. O kalemden karşılanıyor. Yani kanunda
yeri var.
—Tamam, kanunda yeri vardır. Bunu anladım.
İşi kılıfına uydurursun. Buna kimse de bir şey diyemez. Zira her şey mevzuata
uygun. Peki, bu yaptığın doğru mu?
—Niye doğru olmasın. Bu vesileyle
belediyemizin reklamı oluyor. İftar öncesi veya sonrası mikrofonu alarak belediyemizin
hizmetlerini anlatıyor ve mesajımı veriyorum.
—Bu hizmetleri anlatmak için illa
birilerinin karnını doyurman mı gerekiyor?
—Misafirperverlik bu milletin genlerinde
var. Ben bu hasleti devam ettiriyorum.
—Kendi paranla bu kadar kişiye her akşam
böyle mükellef sofra hazırlayıp yedirir miydin?
—Ne münasebet! Milletin parasını millete
yediriyorum. Cebimden niye vereyim.
—Fakire, fukaraya, yetim ve gurabaya
yedirsen, eh diyeceğim. Ama gördüğüm kadarıyla kelli felli makam sahiplerini
ağırlıyorsun. Yani bize yer yok oralarda.
—O dediğin fakir kesime de belediyemiz çay,
şeker gibi yardımlar yapıyor. Yani onları da es geçmiyorum. Tüm bunları sosyal
belediyecilik adına yapıyorum.
—Tüm bu dediklerin içime pek sinmedi ama
diyelim ki yapılması gerekiyordu. Yaptın. Peki senin belediyen borçsuz bir
belediye mi? Yani tüm hizmetleri yaptın. Bu ikramlar harcayacak yer bulamadığın
fazla para mı?
—Yok ya... Belediye olup da borcu olmaz mı?
Borçla döndürüyoruz belediyeyi. Çoğu iş yaptırdıklarımıza bedelini zamanında
veremiyoruz. Öteliyoruz durmadan. İhtiyaçları karşılamak için zaman zaman kredi
çektiğimiz de oluyor.
—Desene devlet bütçesi gibi kara delikli
bir bütçeniz var.
—Aynen öyle.
—Be kardeşim, madem borçlusun. Başkasına
kamu sırtından ağalık yapacağına, önce borçlarını kapatmayı denesen ya da bu
yemek masraflarını daha acil olan harcamalara ayırsan olmaz mı?
—Ama herkes öyle yapıyor. Dünyada da bunun
örnekleri var.
—Kardeşim, başkası yaparsa yapsın. Hem
başkasının yapması bunu meşru göstermez. Sonra kimin parasını kime
yediriyorsun. Senin bu yaptığına yağma Hasan'ın böreği denir. Bilesin ki kamu
kaynağı yetim malı gibidir. Bunu da unutma. İstersen ben ayrıldıktan sonra
yetim malı yiyenlerin durumuna bir göz at. Çünkü bildiğim kadarıyla dindar
mütedeyyin birisin. Her şeyde dini referans alıyorsun. Din bu yaptığına ne
kadar cevaz veriyor, bunu bir irdele. Dinde yeri varsa tüm bu yaptığın helali
hoş olsun. Değilse vebalinin altından kalkamazsın. Zira gittiğin yol, yol
değildir. Bu da benden sana bir dost tavsiyesi olsun.
*15/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder