Ana içeriğe atla

Kişi Siyaseti *

Tarihler 17 Nisan 1993 Cumartesi gününü gösterdiğinde önemli bir maçı izlemek için bir arkadaşın evinde toplanmıştık. Maç öncesi değerlendirmeleri izliyoruz. Dört gözle maçın başlamasını beklerken Turgut Özal'ın vefat haberi ajanslara düştü. Acaba maç ertelenir miydi? Çünkü vefat eden ülkenin Cumhurbaşkanı idi. Nihayet maçın ertelendiği haberi alt yazıda geçti. Heyecanla beklediğim maçın ertelenmesi ve ülkenin Cumhurbaşkanı'nın vefatı beni üzdü. 

Tarif edilmez iki üzüntüyü birlikte yaşarken Özal'a rahmet dilemeli miydim? Beni bir düşüncedir aldı. Benimle birlikte aynı düşünceleri paylaştığım, maç seyretmek için toplandığımız arkadaşlar da aynı ikilemi yaşadı. Normal şartlarda ölene ölümünün ardından rahmet dilenir. Bir an için tereddüt yaşamamın sebebi, yıllarca oy verdiğim parti liderinin Özal'ı kıyasıya eleştirmesiydi. O zamanın kafasıyla her şeyiyle desteklediğim parti liderimin gözünde Özal kötü biriydi. Böyle kötü birine rahmet dilememin vebali olmaz mıydı? Çünkü siyasi liderime göre Özal, sol partilerden daha tehlikeli idi. O zamanlar neyin ne, kimin kim olduğunu sorgulamadan aklını kiraya veren biri olarak rahmet dileyip dilememe ikilemi yaşamam normaldi. Ama içimdeki üzüntü ne idi. Belki de sevinç duymalıydım. Kısa bir sendelemenin ardından içten Allah rahmet eylesin dedim. Arkadaşlar da aynı düşünceleri paylaştı. 

29.ölüm yıldönümünde sevenleri tarafından anılan Özal'ın haberini ajanslardan görünce ölümünün ardından yaşadığım bu haletiruhiye gözümde yeniden canlandı. 

Kutuplaşan Türkiye'de her kişi gibi Özal da sağlıklı değerlendirilmeyenlerden. Özal nasıl biriydi? Kimine göre ilk sivil Cumhurbaşkanı, alnı secdeye değen, halktan biri. Türkiye'ye çağ atlattı. Kimine göre ülkeyi batırdı. Zam üstüne zam yaptı. Enflasyon, döneminde tavan yaptı. Benim memurum işini bilir ya da Irak’la ilgili bir verip üç alma sözleri bir kesimin belleğinde yer etti. Gerçekten kimdi Özal? Hatasıyla sevabıyla gelip geçti. Şimdi iyiydi, kötüydü demenin çok bir anlamı yok. Bana göre Özal ülkenin ufkunu açtı. Birçok yeniliklere imza attı. Türkiye'yi teknoloji ve telekomünikasyonda ileriye taşıdı. Birbirine zıt dört eğilimi tek potada eritti. Sayesinde sol, sağ, milliyetçi ve muhafazakarlar birbirlerini daha iyi tanıdı. Birbirleriyle iletişim kurabildi. 80 öncesinin takım tutar gibi parti tutma alışkanlığı sona erdi ve partiler arasında geçişler başladı. Sayesinde milliyetçi muhafazakar insanlar siyaset ve bürokraside görev alabildi. 141, 142 ve 163.maddeleri kaldırarak özgürlüklerin kapısı aralandı. 82 Anayasasının getirdiği yüzde 10 barajıyla Türkiye, 80 öncesinin hükümet krizlerinden ve koalisyonlarından kurtuldu. Bir bakanını rüşvet aldığı gerekçesiyle Yüce Divana göndermesinin yanında hükümet yolsuzluklarla ve hayali ihracatla anılır oldu. Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz demek suretiyle bazılarının nezdinde Anayasa hiçe sayıldı. Damadıyla ve ailesiyle yıprandı. Eşi siyasete soyunarak İstanbul il başkanlığına getirildi. Her iktidar partisi gibi kendi zenginlerini çıkardı. Ülke ilk defa KDV adı altında dolaylı bir vergiyle tanıştı. Özelleştirme Türkiye'nin gündemine oturdu. 

"İcraatın İçinden" programlarıyla TRT'ye konuk olarak icraatlarını anlattı. Gündem belirlemede üstüne yoktu. Ortaya attığı konular günlerce toplumda konuşuldu. 

Burada Özal'ın icraatlarının bir kısmına, olumlu ve olumsuz yönlerine kısaca değinmeye çalıştım. Hepsini anlatmaya ne bilgi dağarcığım ne de sayfam el verir. Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar iki dönem iktidar olan Özal'ı iki yönden ele almaya çalışacağım. İlk dönemi başarılı, ikinci dönemi ise başarısızdır. Bana göre ilk döneminde Özal iktidara hazırlıklıydı. Ne yapacağını biliyordu. İşini yaparken sadece işine ve yapacaklarına odaklandı. Muhalefet çok istemesine rağmen onları pek muhatap almadı. Bu da başarıyı getirdi. İkinci dönemine geldiğinde, icraat adamı Özal gitmiş, muhalefetle didişen, onlarla bilek güreşine giren ve yatıp kalkan, tabir yerindeyse kişi siyaseti yapan bir Özal ortaya çıktı. Bu, muhalefetin istediğiydi. Bu siyaset anlayışına partisinin yolsuzlukları da eklenince ikinci döneminde de iktidar olmasına rağmen Özal oy kaybetti. Partisi kan kaybetmeye devam etti. Bunda Özal'ın ikinci dönemine hazırlıklı olmayışının ve izlediği kişi siyasetinin payı büyüktür. 

Özal hatasıyla ve sevabıyla gelip geçti. Önemli olan onun yapıp ettiklerinden ve döneminden günümüze dair pay çıkarmaktır. Ama çok ibret aldığımız söylenemez. Bugün Özal'ın ikinci dönemine dair izlediği siyaset daha baskın. Bakıyorsunuz, iktidar muhalefetle yatıp muhalefetle kalkıyor. Sanırsınız ki ülkeyi iktidar değil, muhalefet yönetiyor. Her kötülüğün anası muhalefet. Halbuki muhalefetin iktidara gelmek için iktidarı ve liderini eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. Tüm imkanlar elinde olan iktidara düşen ise icraatını, yapıp ettiklerini ve yapacaklarını anlatmasıdır. Şayet bir iktidar, yapacaklarından ziyade muhalefeti diline doluyor ve onları tefe koyuyor, halkı muhalefetle korkutuyorsa, bu iktidar tıpkı Özal'ın ikinci dönemi gibi erimeye doğru gidiyor demektir. İktidar dediğin, muhalefetle ve muhalefete dedikleriyle değil, yapacaklarıyla adından söz ettirir. Bundan hem kendisi hem de ülke kazançlı çıkar. 

Yazımı sonlandırırken ilk paragraftaki psikolojiden biraz bahsetmek isterim. Çünkü bizim siyasiler üç beş oy devşirme uğruna kutuplaştırma geleneğini devam ettiriyor. Birbirlerine belden aşağı vurmayı ve hakaret etmeyi kendilerine mubah görüyorlar. Birbirlerine yapmadık hakaret ve demedikleri laf bırakmıyorlar. Bunun sonucunda, oluşturdukları fanatikler rakiplerine düşman gözüyle ve ön yargıyla bakabiliyorlar. Ölünce de ben de olduğu gibi rahmet dilenir mi, dilenmez mi ikilemi yaşayanlar çıkabiliyor. Buna hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Bugünkü yönetim modeliyle partiler birbirlerine muhtaç. Bazı partiler dün kanlı bıçaklı ve birbirinin yüzüne bakamazken bugün aynı ittifakın içinde yer alabiliyor ve kardeş kardeş geçinebiliyor. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere öyle siyaset yapılmalı ki birbirlerinin yüzüne bakmaya yüzleri olsun. 

Özal'a gönülden rahmet diliyorum. 

*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde