Hasan Mezarcı, Refah Partisinden bir dönem
milletvekilliği yapmış sıra dışı bir vekildi. Vekilliği döneminde hiç gündemden
düşmedi. Türkiye'nin değişik illerine giderek büyük kitlelere konferanslar
verdi. Konferanslarının ana konusu yakın tarih üzerine idi. Atatürk'ü
eleştirmekle kalmadı, zaman zaman hakaret etti. Kürsü dokunulmazlığını bu
şekilde kullandı. Yakın tarihle ilgili tartışmalı konuları Meclis gündemine
taşıdı. Mecliste verdiği araştırma önergeleriyle Ali Şükrü Bey cinayetinin
araştırılmasını istedi. Soyadı gibi mezardakilerle uğraştı. Onun bu konuşmaları
tepki çekti. Gelen tepkiler üzerine partisi kendisini ihraç etti. Vekilliğinden
sonra yargılandı ve kısa bir süre hapis yattı.
Hapis hayatı kısa idi ama etkileri belki
de hayatına mal oldu. Cezaevine giren Hasan Mezarcı'dan, cezaevinden çıktıktan
sonra eser yoktu ve dağlar kadar fark vardı. Savunduğu fikir ve görüşlerinden
dolayı cezaya çarptırılan Mezarcı gitti, kendisini İsa Mesih gören ve bunu ilan
eden biri olup çıktı. Fikirleriyle birlikte kıyafet ve şekli şemaili de değişti.
Yıllarca beslendiği fikirlerinden üç aylık bir cezaevi macerasından sonra bu
kadar ani dönüş olacağını söyleseler inanmazdım. Beni düşündüren, bu üç aylık
cezaevi döneminde Mezarcı'ya ne yapıldığı. Ne içirildi ne yedirildi ne zerk
edildi yoksa bir proje adamı mı idi? Anlayabilene aşk olsun. Beni bu yazıyı
yazmaya sevk eden de son günlerde verdiği fetva ile oruçlulardan su yasağını
kaldırmasıydı. Oruçlu iken su içebilirsiniz dedi. Kim oluyor da böyle bir
cesareti kendinde bulabiliyor. Din konusunda kırdığı potlar sadece oruçla
ilgili olanlardan ibaret değil. Bence Hasan Mezarcı'nın bugünkü hali Türkiye'nin
bir ayıbıdır. Bir araştırma yapılmak suretiyle ona cezaevinde ne yapıldığının
enine boyuna araştırılması gerekir. Yeter ki bu meseleyi birileri dert edinsin.
Dönemin hakimi, savcısı, cezaevi yönetimi ve infaz memurlarının bilgisine
başvurularak bu mesele araştırılabilir. Hükümet bu meseleye el atarsa
Mezarcı'daki bu iki kişiliğin künhüne de vakıf olmuş oluruz.
Yazımın başlığında iki ayıptan
bahsetmiştim. Bu ülkenin ikinci ayıbı da cezaevi öncesi ve sonrası kişiliğinde
hiçbir değişiklik olmayan, çoğu kimsenin değer verdiği, acıların çocuğu Muhsin
Yazıcıoğlu'dur. 25 Mart 2009'da bir helikopter kazasına daha doğrusu cinayetine
kurban gitti. Cinayetin ardından 13 yıl geçmiş olmasına, toplumun kahir
ekseriyetinin cinayet olarak gördüğü bu ölümün ardındaki azmettirici
faillerinin hala ortaya çıkarılamaması Türk yargısının ve siyasetinin bir
ayıbıdır. Türkiye ve sevenlerinin her ölüm yıldönümünde katilleri ortaya
çıkarılacak nutuklarını fiiliyata dönüştürmek lazım. Gerçekten çok mu zor bu
cinayeti çözmek? Bu ülke bu kadar mı aciz? İstenirse Türkiye bu ayıptan
kurtulur. Azmettiriciler de cezasını çeker. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz.
Öyle zannediyorum, bu olayın faili meçhul kalması, bundan ekmek yemesi
birilerinin işine geliyor. İktidar bu meselenin çözülmesi için ağırlığını
koyarsa öyle zannediyorum, bu mesele çözülür. Değilse bu ayıpla yaşamaya devam
ederiz.
*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder