Ana içeriğe atla

Abdullah b. Sebe *

Zaman zaman münafıkların lideri Abdullah Ubey b. Selül ile karıştırılsa da İslam tarihinde başta Cemel Vakası ve Sıffın Savaşı olmak üzere her türlü fitne ve fesadın arkasında her ne hikmetse Abdullah b. Sebe ismi geçer. Siyer yazarları İslam tarihini öyle bir anlatırlar ki karşılıklı savaşan, birbirinin boynunu vuran Müslümanlara hiç toz kondurmazlar. Zira onların hiçbir günahı yok. Neredeyse tüm kötülükler, bela ve musibetler Abdullah b. Sebe kaynaklıdır. Cemel'de karşı karşıya gelen iki ordu savaşmamak üzere anlaşmışlardı ki b. Sebe taraftarları karşılıklı ok atmak suretiyle barıştan yana olan iki orduyu savaştırmışlardır. Bu adam olmasaydı, İslam tarihinde ne fitne olacaktı ne de fesat. Müslümanlar kardeş kardeş geçinip gideceklerdi. 

İşin garibi yılanın başı ve her türlü kötülüğün anası olarak piyasaya sürülen Abdullah b. Sebe'nin yaşayıp yaşamadığı muamma. Yani böyle bir kişiliğin tarihte yaşadığı meçhul. Nedense Müslümanlar birbirine düşüren bu önemli aktörün varlığı sadece bir kişiden gelen rivayetlere dayandırılır. Tüm kötülükler, olmayan ve yaşamayan bir şahsiyete niçin yıkılır? Burada, Müslümanlara özellikle sahabeye toz kondurmamak amacı güdüldüğü anlaşılmaktadır.

Geçmişte üretilmiş bu şahsiyet, tarihteki yerini almış ama tarihte kalmamış. Günümüzde de geçer akçe olarak kullanılmaktadır. Tek farkı var. Günümüzde her türlü kötülüğün menşei olarak gösterilen gerekçe ve bahanelerin adı farklı sadece. Dün Abdullah b. Sebe, bugün ise dış güçlerdir. Ekonomide sıkıntı mı yaşıyoruz? Sebebi, bizim onmamızı istemeyen dış güçlerin bize çektiği bitmez tükenmez operasyonlardır. Geri kalmışlığımızın, dünyaya dair kayda değer bir değer üretemeyişimizin perde gerisinde dış güçler vardır. Birbirimizi eleştirirken muhatabımızı, dış güçlerin aklıyla hareket ettiğini bile söyleriz. Bizden ayrılıp gidene dış güçlerin maşası deriz. Bir ülke ile bir gerilim yaşasak, dış güçlerin bitmek bilmeyen ihaneti deriz. Müslüman Müslümanı öldürse, Müslümanların içinden birbirleriyle savaşan olsa, Müslümanların içinden terörist çıksa, bunların arkasında dış güçler vardır. Yani dış güçlerle kafamızı bozmuşuz. Onlarla yatıp onlarla kalkıyoruz. Onmayışımızın tek müsebbibi onlardır. Bize kalsa yani bizi bize bıraksalar biz her şeyin en iyisini yaparız. Dünyanın en ileri devleti oluruz. Ah şu dış güçler... Hasılı Abdullah b. Sebe eşittir dış güçlerdir bizde.

Nedense tüm olumsuzlukları dış güçlere bağlayarak kendimize ve yönetimimize hiç toz kondurmuyoruz. Acaba, ekonomide, siyasette vs. yanlış politika uygulamış, kötü bir yönetim sergilemiş olabilir miyiz diye kendimizi hiç sorgulamıyoruz. 

İyi şeyleri kendimize kötü şeyleri dış güçlere bağladığımız bu yol, gerçekleri ters yüz etmekten başka bir yol değil. Gerçeklerden kaçınmaktır. Beceriksizliğimizi dış güçlere yıkmaktır. Kendimize toz kondurmamaktır. Bu izlediğimiz yolun çıkmaz sokak olduğu bilinmesine rağmen her başımız sıkıştığında bu yolu niçin izleriz? Niye izlemeyelim? “Muaviye ve Dişi Deve” hikayesinde olduğu gibi nasılsa dış güçler bahanesine inanan milyonlar var. Böyle hazır ve her şeye teşne hazır müşterimiz varsa bu yolu niye kullanmayalım. Nasılsa sorgulama yok. Ağzına yüzüne bulaştırdın diyen yok. Acaba tüm bu olup bitenlerde milyonda bir olasılık da olsa senin bu işte bir payın var mı diyen yok. Ben olsam, her devirde geçer akçe olan bu sihirli değneği ben de kullanırım. Nasılsa ülkeyi düze çıkarma gibi bir düşüncemiz ve becerimiz yok. Kullan kullan, bir daha kullan.

Abdullah b. Sebe misali her şeyi dış güçlere bağlama hastalığımızı sorgulayıp terk etmedikçe başkası bize gülerken biz bizi kandırmaya devam ederiz ve bizden bir cacık olmaz.

Şunu unutmayalım ki dün Abdullah b. Sebe kişiliğinde birileri, bugün dış güçler veya başka saikler peşimizi bırakmaz. Çünkü kimse kimsenin onmadığını istemediği gibi devletler de birbirinin onmasını istemez. Bizi zayıf düşürmek için çaba gösterebilirler. Bize düşen, gelebilecek her türlü tehlike, fitne ve fesada karşı hazırlıklı olmaktır. Onlar bir şey yapmaya çalıştığında elimiz armut toplamayacak. Hiçbir zaman tedbir elden bırakılmamalıdır. Tehlikeleri en az hasarla atlatmanın yolları bulunmalıdır. Yine unutmayalım ki tüm başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden veya yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdandır. Hiç öyle suçu başkasına yıkarak zeytin yağı gibi üste çıkmayalım. Bilelim ki biz doğru yolda isek başkasının/dış güçlerin sapıklığı bize zarar veremez.

Ne olur, Abdullah b. Sebe uydurmasında olduğu gibi her beceriksizliğimizi dış güçlere bağlama hastalığından bir vazgeçelim. Bir şeyi yapamadıysak, ağzımıza yüzümüze bulaştırmış isek bunu da söylemekten kaçınmayalım. Zira bu bir erdemdir. Erdemli biri olmak mı isteriz yoksa Rabbine isyan eden ama bu isyanını savunmacı bir refleksle gerekçe ve bahanelerin arkasına sığınarak örtmeye çalışan İblis gibi biri mi olmak isteriz? Sanırım kimse hele inanan insan, İblis'in yolundan gitmek istemez. Lütfen, ne söylersem, inanıyorlar dercesine bize inananların kredilerini şeytani mantıkla kendi emellerinize alet etmeyelim. Tek suçu bize güvenen insanların güvenini yok etmeyelim. 

*20/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde