Ana içeriğe atla

Yaşadığımız Müslümanlığa Dair Sermayelerimiz (4)

Sadaka vermek, sadaka toplamak ve sadaka almak da bizim vazgeçemediğimiz sermayelerimizdendir. Birilerinin imkanı var veriyor, birileri topluyor, birilerine veriyor. Yardım toplayan vakıf ve derneğin sayısını bilmek mümkün değil. Hepsi de aşağı yukarı aynı misyonu yerine getiriyor. Yani bir sadaka kültürüdür gidiyor. Sadece halkımız değil, devlet de bu sadaka kültürünün başını çekiyor. Değişik kalemler adı altında durmadan talepte bulunan ihtiyaç sahiplerine veriyor.

Burada sadakaya, zekata ve yardıma karşı olduğum anlamı çıkarılmasını. Elbette ihtiyaç sahiplerine devlet, yardım kuruluşları ve halkımız yardım yapacaktır. Yalnız yardım yaparken yardımın mantığını göz ardı ediyoruz. Çünkü yardımdan maksat yardım yapılan kişi ve kişilerin bir süre sonra yardım eder duruma gelmesi yani veren el olması mantığı vardır. Gördüğüm kadarıyla veren daima veriyor ve veren el olmaya devam ediyor. Alanlar da daima alan el olmaya devam ediyor. Alan ellerin bir kısmı ileride başkasına muhtaç olmayacak şekilde bir gelire sahip olsa dahi hep alan el olduğu için veremiyor. Çünkü vermekte zorlanıyor. Hep alanların çoğunun durumu bu maalesef. Vere vere hazıra konmaya alıştırıyoruz. Halbuki bizim kültürümüzde atasözü olarak belleklerimizde yer edinen ve sürekli söylediğimiz, “İnsanlara balık yemeyi değil, balık tutmayı öğretmek lazım” atasözünü hep göz ardı ediyoruz. Veren el vermeye, alan el de almaya devam ettiğine göre demek ki biz balık yedirmeyi tercih ediyoruz. Bu mantıkta yani bu sadaka kültüründe alan elin daima veren ele karşı boynunun bükük kaldığını ve ona minnet duyduğunu söylesek herhalde yanlış olmaz. Bu da kişinin kişiliğinin tam oturmamasının ve kendi olamamasının en büyük nedenidir.

İzlediğimiz bu sadaka kültüründe de çok başarılı olduğumuz söylenemez. Yapılan onca yardıma rağmen çarşı, pazar, köşe başları ve cami önlerinde dilenen insanları görmek mümkün. Market çıkışlarında, dükkan dükkan esnaf gezip yardım toplayan insanımızın sayısı da az değil. Bir de giderken bir şey soracakmış gibi durdurup dilenci değilim, yanlış anlamayın türünden dilencilerimiz var. Bazı evler vardır ki Fak Fuk Fon, belediye, yardım kuruluşları vb. hepsinden yardım alıyor. Eş ve dostun gözetmesi de var. İçlerinde belki vardır ama büyük bir çoğunluğu hep ala ala almaya alıştığı için ihtiyacı olmasa da almaya devam ediyor. Çünkü bu kapıyı bir gelir kapısı gibi görüyor, bu işi meslek ediniyor. Buna ar damarı çatlamış da diyebiliriz. Biz balık tutmayı öğretmediğimiz müddetçe alan el olma durumu devam edecektir. Bu da yardım yapma usulümüzü gözden geçirmemizi gerektiriyor. Pekala güçten ve takatten düşmüş, bakıma muhtaç, engelliler dışındaki gücü kuvveti yerinde olanlara yardımı bırakıp onlara yapabileceği bir iş bulmak lazım. Yani istihdam edelim diyorum. Onlar da alın terleterek elinin emeğini yesinler. Bu, alan el için daha onurlu bir iş olur.

Yine hep isteyene verdiğimiz için isteyemeyenleri es geçebilme sonucu da ortaya çıkabiliyor.

Sadaka kültürümüz sadece dilenenlere ve ihtiyaç sahiplerine vermekle kalmıyor. En büyük dilenci merkezlerimiz camilerimizdir. Çünkü bu kültürü camilerde de devam ettiriyoruz. Cuma ve bayram namazlarının çoğunda sergi açılır. Bir yerlere yardım toplanır. Cami ve Kur’an kurslarımız da bu yol ile yapılır. Cami ve Kur’an kurslarını kendi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde planlamada fayda var. Pekala her cami ve Kur’an kursunu yapmadan önce kira gibi gelir getirici gayrimenkullerle donatarak işe başlayabiliriz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde