Sadaka vermek, sadaka toplamak ve sadaka
almak da bizim vazgeçemediğimiz sermayelerimizdendir. Birilerinin imkanı var veriyor,
birileri topluyor, birilerine veriyor. Yardım toplayan vakıf ve derneğin sayısını
bilmek mümkün değil. Hepsi de aşağı yukarı aynı misyonu yerine getiriyor. Yani bir
sadaka kültürüdür gidiyor. Sadece halkımız değil, devlet de bu sadaka kültürünün
başını çekiyor. Değişik kalemler adı altında durmadan talepte bulunan ihtiyaç sahiplerine
veriyor.
Burada sadakaya, zekata ve yardıma karşı
olduğum anlamı çıkarılmasını. Elbette ihtiyaç sahiplerine devlet, yardım kuruluşları
ve halkımız yardım yapacaktır. Yalnız yardım yaparken yardımın mantığını göz ardı
ediyoruz. Çünkü yardımdan maksat yardım yapılan kişi ve kişilerin bir süre sonra
yardım eder duruma gelmesi yani veren el olması mantığı vardır. Gördüğüm kadarıyla
veren daima veriyor ve veren el olmaya devam ediyor. Alanlar da daima alan el olmaya
devam ediyor. Alan ellerin bir kısmı ileride başkasına muhtaç olmayacak şekilde
bir gelire sahip olsa dahi hep alan el olduğu için veremiyor. Çünkü vermekte zorlanıyor.
Hep alanların çoğunun durumu bu maalesef. Vere vere hazıra konmaya alıştırıyoruz.
Halbuki bizim kültürümüzde atasözü olarak belleklerimizde yer edinen ve sürekli
söylediğimiz, “İnsanlara balık yemeyi değil, balık tutmayı öğretmek lazım” atasözünü
hep göz ardı ediyoruz. Veren el vermeye, alan el de almaya devam ettiğine göre demek
ki biz balık yedirmeyi tercih ediyoruz. Bu mantıkta yani bu sadaka kültüründe alan
elin daima veren ele karşı boynunun bükük kaldığını ve ona minnet duyduğunu söylesek
herhalde yanlış olmaz. Bu da kişinin kişiliğinin tam oturmamasının ve kendi olamamasının
en büyük nedenidir.
İzlediğimiz bu sadaka kültüründe de çok
başarılı olduğumuz söylenemez. Yapılan onca yardıma rağmen çarşı, pazar, köşe başları
ve cami önlerinde dilenen insanları görmek mümkün. Market çıkışlarında, dükkan dükkan
esnaf gezip yardım toplayan insanımızın sayısı da az değil. Bir de giderken bir
şey soracakmış gibi durdurup dilenci değilim, yanlış anlamayın türünden dilencilerimiz
var. Bazı evler vardır ki Fak Fuk Fon, belediye, yardım kuruluşları vb. hepsinden
yardım alıyor. Eş ve dostun gözetmesi de var. İçlerinde belki vardır ama büyük bir
çoğunluğu hep ala ala almaya alıştığı için ihtiyacı olmasa da almaya devam ediyor.
Çünkü bu kapıyı bir gelir kapısı gibi görüyor, bu işi meslek ediniyor. Buna ar damarı
çatlamış da diyebiliriz. Biz balık tutmayı öğretmediğimiz müddetçe alan el olma
durumu devam edecektir. Bu da yardım yapma usulümüzü gözden geçirmemizi gerektiriyor.
Pekala güçten ve takatten düşmüş, bakıma muhtaç, engelliler dışındaki gücü kuvveti
yerinde olanlara yardımı bırakıp onlara yapabileceği bir iş bulmak lazım. Yani istihdam
edelim diyorum. Onlar da alın terleterek elinin emeğini yesinler. Bu, alan el için
daha onurlu bir iş olur.
Yine hep isteyene verdiğimiz için isteyemeyenleri
es geçebilme sonucu da ortaya çıkabiliyor.
Sadaka kültürümüz sadece dilenenlere ve ihtiyaç sahiplerine vermekle kalmıyor. En büyük dilenci merkezlerimiz camilerimizdir. Çünkü bu kültürü camilerde de devam ettiriyoruz. Cuma ve bayram namazlarının çoğunda sergi açılır. Bir yerlere yardım toplanır. Cami ve Kur’an kurslarımız da bu yol ile yapılır. Cami ve Kur’an kurslarını kendi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde planlamada fayda var. Pekala her cami ve Kur’an kursunu yapmadan önce kira gibi gelir getirici gayrimenkullerle donatarak işe başlayabiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder