Ana içeriğe atla

Ne Kanalım Ne Kandıralım

Hakimlik, avukatlık ve savcılık yargılamalarda olmazsa olmaz mesleklerdir. Buna yargı sistemi sacayağına benzer diyebiliriz. Biri olmadan yargılama eksik olur. Çünkü biri zanlı hakkında iddianame hazırlayacak, diğeri zanlıyı savunacak, öbürü de iddianame ve savunmayı değerlendirip millet adına karar verecek. Hasılı her meslek gibi bu meslekler de önemli ve gereklidir.

Sacayağından ibaret bu mesleklere dair bilgim, dışarıdan gözleme dayalı. İç işleyişlerini ve hallerini bilmem. 

Her meslekte olduğu gibi bu mesleklerin hakkını veren binlerce bu mesleğin erbabı var. Yine her meslekte olduğu gibi bu mesleklerde de mesleklerinin hakkını veremeyenler var. 

Hakim ve savcılar halkla seviyeli bir ilişki kurduklarından dolayı bunlar mesleklerine pek halel getirmiyorlar. Avukatlar ise halkla iç içe ve suçlanan kişilerle haşır neşir.

Bu yazımda hakim ve savcıları bir tarafa bırakarak avukatlık mesleği üzerinde duracağım. Avukatların da hakim ve savcı gibi birçok imtiyazlara sahip olduğunu biliyorum. Avukatların içerisinde görevini  yapan, yaptığı göreve halel getirmeyen binlercesi var. Maalesef her meslekte olduğu gibi bu meslek erbabı içinde de çürükleri var.

Beni bu yazıya iten de akşam aldığım bir telefon. Kardeşi yurt dışında yaşayan bu kişi, kardeşini sınıf arkadaşı bir avukatla tanıştırır. Avukat ona seni Türkiye'den de emekli yaparız. Benim şu anda şu kadar paraya ihtiyacım var der. Müvekkil de avukatın istediği parayı verir. Sonra bir daha ister. İkinci borcu verip vermediğini, ilk parayı elden mi yoksa banka aracılığıyla mı gönderdi bilmiyorum. Bildiğim, borç olarak verilen paranın EURO cinsinden çok yüklü olduğunu söyledi telefondaki arkadaş. Bir, iki ev parası dedi. Orta yerde ne emeklilik başvurusu var ne emekli etme var ne böyle bir irade. Belki vekalet bile yok. Birçok evrak düzmece olarak hazırlanmış. 

Burada müvekkilin abimin arkadaşı diye avukata borç vermesi çok safça bir hareket. Nedense bana denk gelmez böyleleri. Avukat da anasının gözü anlaşılan. Gurbetçinin dişinden, tırnağından artırdığını bir emeklilik hayali yüzünden iç etmiş. Tamam, gurbetçi saf olmaya saf. Avukat etiketi olan birinin böyle bir şeye tevessül etmesi garip. Halbuki avukatın alacak verecek adına alacağı, vekalet ücretinden ibaret. Haydi bu ücreti biraz fazla istesin. Emekli edersem, şu kadar paranı alırım desin. Müvekkilinden borç istemek de neyin nesi? Böylesi alavereyi de yeni duyuyorum. Telaffuz edilen parayı da avukatın ödeyebilmesi mümkün değil. 

Şimdi bu olup bitenden sonra bu gurbetçi herhangi bir kişiye nasıl güven duysun. Merak ediyorum, üç beş kuruş vurmak için insanın kendisini ve mesleğini bu şekil lekelemesi nasıl izah edilebilir? İnsan sınıf arkadaşına bunu nasıl yapar? Maalesef güven esasına dayalı alavere böyle oluyor. Bu tür darbeler de nedense hep tanıdıklara vurur. Değilse tanımadığı birini nasıl kandırabilsin.

Elbette bu avukatın yaptığı bireysel bir dolandırıcılık. Diğer avukatları bağlamaz.

Konu avukatlık tan açılmışken balta birçok şey ne konuşulmadığı için bazı avukatlar hakkında bizi yedi bitirdi şeklinde serzenişler de oluyor.

Yine bir avukattan duyduğum bir şeye de burada değinmek isterim. CMUK gereği sanığın veya zanlının ifadesi alınacağı zaman kişinin avukatı yoksa BARO’dan avukat çağırılıyor. Bu avukatın parasını da devlet veriyor. Buraya kadar sorun yok. Sorun, sanığın veya yakınlarının parası devlet tarafından ödenen avukat parasının üzerine bu avukatlara bahşiş vermesi. Bu bana hiç şık gelmedi. İnşallah avukatlarımız bu şekil verilen parayı almıyordur.

Sonuç olarak kimsenin kazancından gözüm yok. İsterim ki herkes hak ettiğini helalinden yesin. Hele şunu yapacağım, bunu yapacağım gibi sözlerle müvekkilini üç beş kuruş uğruna dolandırmasın. Kimsenin mesleklerinin itibarını bu şekil yok etmeye hakkı yoktur.

Hasılı aman dikkat! Ne kanalım ne kandıralım. Kanmamak için eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım. Kimsenin mezun olduğu okul türüne bayılmayalım. Allah iyilerle karşılaştırsın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde