Ana içeriğe atla

Ne Yazayım?

Bir zamanlar şu konuyu mu yazayım, bu konuyu mu yazayım der, konu sıkıntısı çekmezdim. Yeter ki araba sürmeyeyim yeter ki bir başına olayım yeter ki kuytu bir yer bulayım. Başlardım aklıma geleni yazmaya ya da başlık olarak kaydettiğim konulardan birini açar, yazardım.

Bu şekil yaza yaza bugüne kadar 2015 yılı Aralık ayından bu yana blogumda kayıtlı 3.854 yazım olmuş. Çoğu da cep telefonu marifetiyle yazdıklarım. Aşağı yukarı her telden yazmışım.

Geldiğim an itibariyle konu bulmada zorlanıyorum. Hiç bu duruma düşmemiştim. Düşünüyorum düşünüyorum, aklıma bir konu da gelmiyor. Harç bitti ise inşaat paydos da diyemiyorum. Zira yazmayınca içimde bir boşluk hissediyorum. Anlatacağı konuyu hatırlayamayınca kürsüden inmek aklına gelmeyen Nasrettin Hoca gibiyim şu an. Zira inmek de işime gelmiyor.

Ne yapar ne ederim bu durumda? Size ne yazayım diye sorsam, pek lazımdı diyeceksiniz. Zaten yazılarıma karşı adı konmamış bir rezerviniz var.

Aslında tüm mesele siyasi yazmayayım diye kendime sınırlama getirmemde. Çünkü birileri siyasetin s'sini görür görmez nem kapıyor. Hoş, siyasi olmasa da bu yine ne demek istedi? Bu imasının altında bir hinlik olabilir diye nem kapıyor, niyetimi okuyor.

Hasılı, 

Siyasi yazsam, siyasi yazıyorsun deniyor.

Toplum bozuldu desem, bu hükümetten önce yok muydu deniyor. (Sanki sadece bu hükümeti kasteden var gibi) 

Ekonomi şöyle desem, eskisi pek mi iyiydi deniyor. 

Yağmur yağmıyor, kış geçiyor, kar görmedik desem, suçlu hükümet mi deniyor.

Belediye otobüsü gecikti desem, belediye üzerinden hükümete eleştiri getiriyorsun deniyor.

Yürüyüş yazsam, kendini dağa taşa mı verdin deniyor.

Şu ürün çok pahalı desem, uzun kuyruklar beklediğin günleri ne çabuk unuttun deniyor.

Yani yazdığım her konu maalesef siyasete çekiliyor. 

Tamam, nem kapma ve niyet okumaları var ama her şeyi siyasetle irtibatlandıranlara da bir şey diyemiyorum. Zira bizim her şeyimiz siyasete bağlı. Siyasete bağlamasak da hayatın bir anlamı olmuyor. Çünkü içimiz dışımız siyaset. İyi ki siyaset var. Değilse biz kendimizi nasıl avutacaktık nasıl vakit geçirecektik.

Gördüğünüz gibi konu sıkıntısı çekiyorum. Bu, geçici mi, kalıcı mı, bunu da zaman gösterecek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde