Ana içeriğe atla

Bir İnsanı Şımartmanın Yolu

Yüzüne karşı öveceksin. 

Aynı zamanda alkışlayacaksın. 

Alkışla da yetinmeyip tezahürat yapacaksın. 

Övgünü ve sevgini şehir efsanesi olacak şekilde eşin ve dostuna anlatacaksın. İlanı aşkını dost düşmana duyuracaksın. 

Analar daha böylesini doğurmadı diyeceksin. 

Kırıp dökse dahi pazara kadar değil, mezara kadar hep seninleyim diyeceksin. 

Ölümüne savunacaksın. 

Dostunu dost, düşmanını düşman belleyeceksin. Yeter ki gösterdiği hedefi değil, hedef gösterdiği parmağına bakmalısın.

Kişiliğine ve mizacına ters bir hareket yapsa dahi "Haspaya yakışıyor" diyeceksin. 

Ömrümü benden alıp ona versin diyeceksin. 

Şeksiz şüphesiz her şeyiyle o kadar öveceksin ki o bile "Ben neymişim be", var bende bir şey diyecek. 

Biriyle bozuşsa iyi yaptı; barışsa, iyi yaptı diyeceksin. 

Bazen övgüde aciz kaldığın zaman rakiplerini kötüleyeceksin. 

Yağmur yağarken ıslanmayasın diye verdiği şemsiyeyi hiç unutmayacaksın. Bu iyiliği her zaman, her yerde, herkese anlatmalısın ve minnetini ifade edeceksin. Düşünsene o şemsiye olmasaydı, halin nice olurdu. Bu diyet borcunu bir başkası aya gitse de hayatın boyunca öde, hatırla ve unutma. Gerekirse sırtına bindir, onu taşı. 

Gidişat iyi olmazsa, bu gidişatı eskiyle kıyaslayacaksın. Eskiden daha kötüydük diyeceksin. 

İyilik ve güzellikleri ona, kötülükleri ise başkasına mal edeceksin. 

Acaba bir başkası daha iyi yapar mı şeklinde nefsinin iğvasına kapılmayacaksın. Asla kendini sorgulamayacaksın. 

Kendisine karşı övgüde, başkasına sövgüde sınır tanımayacaksın. 

Yaptığı her şeye sesini çıkarmayacaksın. Bununla da yetinmeyip yaşa, var ol, ne güzel yaptın diye alkışlayacaksın. 

Bunun gibisi gelmedi, analar böylesini doğurmadı diyeceksin. 

Yaptığı çelişkiyi görmezden gelip yapılanı savunacaksın. Hayatın gerçeği bu. Hangi birimiz yapmıyor bunu diyeceksin.

Yanıp bitsen de hiç ah, vah demeyeceksin. Kendim ettim, kendim buldum demeyeceksin. Haline daima şükretmelisin. Başa gelenler Allah vergisi diyeceksin. Gülü severken dikenine katlanacaksın... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde