Ana içeriğe atla

Yaşadığımız Müslümanlığa Dair Sermayelerimiz (2)

Başörtüsü de namaz gibi kırmızıçizgimizdir. Zira bu örtü Allah’ın emridir. Başörtüsü hayatın her alanında olmalı. Bunu da çok konuşuruz. Başkasını, başörtüsünü savunup savunmamasına göre yargılarız. Bizden başka biri başörtüsünü savunsa bir dert, karşı gelse bir dert. Savunsa samimi değil, eline fırsat geçse, başları açar deriz. Karşı çıksa, bak kafirliğini gösterdi deriz.

Hasılı, dinin kadınlar üzerindeki bir sembolü olan başörtüsü de bizim bir sermayemizdir. Birileri bu özgürlüğe karşı çıkmalı, biz de çok gündemde tutmalıyız ki bu sermayenin bize bir getirisi olsun. Nedense, çok önem verdiğimiz namaz ibadetinde namaz kılanların oranı her geçen gün azalıyorsa, üzerinde çok durduğumuz başörtüsü de her geçen gün önemini yitirmeye başladı. Küçük yaşta başını örttüğümüz nice kızımız az biraz büyüyünce başını açmanın yoluna gidiyor. Başını örten nicelerinin giyimi, hal ve hareketleri dikkat çekiyor.

Hasılı, başörtüsü dün sorundu, bugün serbest olmasına rağmen yine sorun. Belki de esas üzerinde duracağımız budur. Maalesef namaz konusunda da olduğu gibi başörtüsü konusunda da çocuk psikolojisini göz ardı ettiğimizi düşünüyorum. Çünkü küçük yaşta sorumluluğunun farkına varmadan örttüğümüz başörtüsünü çocuklarımız daha sonra yük gibi görmeye başlıyor. Tıpkı namazda olduğu gibi dini ibadetler ve giyimde sevdirme ve zamanlama önemlidir. Belki de tüm bu gerisin geriye gitmede bu konularda usul ve metot hatası yapıyoruz.

Hasılı önemine dair ne kadar üzerinde dursak da namaz ve başörtüsü konusunda çok başarılı olduğumuz söylenemez. Bunda belki de çok üzerinde durmamızın etkisi de olabilir. Çünkü bir şeyin üzerinde çok durmak bazen onun önemini yok edebiliyor ve cılkını çıkarıyor. Bu tip şeyleri dilimize çok pelesenk etmemek lazım.

Namaz ve başörtüsünün önem kazanması ve başkasına teşvik olması isteniyorsa, örneklik çok daha etkili olur. Pekala namaz kılanlar ve başörtüsü takanlar hayatın her alanında güzel örnek olarak işe başlayabilirler. İnanın, üzerinde durmadan daha etkilidir bu yöntem. Düşünün ki halkımızda; “Namaz kılan biri yalan söylemez, sahtekarlık yapmaz, dolandırmaz. Ben namaz kılanın her şeyine kefilim” anlayışı hakim olsa, aynı kanaatleri başını örtenler için de söylense, bu güzel örneklere kim ne diyebilir. Müslümanlık böyle yayılmadı mı? Araplar, peygamberin bir şeyin üzerinde çok durmasından dolayı mı İslam’a girdi? Belki de tek etkili yöntem peygamberin ahlaki örnekliği ve Mekkelilere güven vermesidir. İşe buradan başlamak lazım. Allah’ın seven, dinini seven namazı ve başörtüsünü hayatın doğal akışına bıraksın. Siyasi malzeme yapmasın. Bu dine iyilik yapmak ve başkası bu dinin mensuplarına gıpta etsin isteniyorsa, tepki çeken davranış ve söylemlerini terk etsin ve güzel örnek olsun.

Tüm bu örneklik üzerine söylediklerime dair bazıları, biz güzel örnek değil miyiz? Başkaları neler yapıyor neler şeklinde bir tepkisini dile getirebilir. İçimizde güzel örnekler var. Onları bu örnekliklerinden dolayı tebrik etmek gerek. Ama çoğunluğun iyi örnek olmadığını söyleyebilirim. Ayrıca kendi hal ve hareketlerimizi başkasıyla kıyaslama hastalığını da bırakmak lazım. Unutmayalım ki biz başkası değiliz. Biz başkasından değil, kendimizden sorumluyuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde