Ana içeriğe atla

Bahtsız Bedevi (1)

—Efendim, bazı insanlar zaman zaman benim hiç şansım yok. Nerede olumsuz bir durum ortaya çıkarsa hep beni bulur şeklinde dert yanar durur. Ne kadar da moral vermeye çalışsak da yok yok, bahtım kapalı derler ve onları ikna edemiyoruz. Ne önerirsin bu konuda?

—Beni söyle. 

—Ne alaka?

—Alakası, beterin beterini görünce “Ben daha iyiymişim” der ve durumuna şükreder.

—Sende ne var ki?

—Dinle o zaman.

—Dinliyorum.

—Bir yemekte kıl veya taş çıkacaksa bana çıkar. Bugüne kadar beni hiç es geçmedi. Üniversitede okurken son parama yemek yiyeyim dedim. Baktım herkes tuz atıyor. Hiç alışkanlığım olmadığı halde bir tuz da ben atayım dedim. Sen misin bunu yapan. Tuzun kapağı açıkmış. Yemeğin üzerine bir eğdim. Tuzluğun içinde ne kadar tuz varsa yemeğimin üzerine döküldü. Yemeğin tuzlu yemek olmasına üzülürken içine düştüğüm bu duruma etrafındakilerin gülmesi beni daha da üzdü. Ne bilsinler son yemek param olduğunu. Hasılı yemek yönünden de hiç şansım yok.

—Hepsi bu kadar mı? 

—Para yönden zaten bahtım kapalı. Bu yüzden yatırım yapmak isteyenler beni iyi takip etsin. Yapacakları tek şey, ben neye yatırım yapıyorsam, elindeki ve avucundakini satıp o alandan çıkmaktır. Yani ben altına yönelmişsem, altından çıkacaksın, borsaya girmişsem, borsadan çıkacaksın. Döviz hakeza. Bu verdiğim örneklere kulak veren ihya olur. Zira karşınızda 60 yıllık tecrübe var. Bu tecrübenin benimle gitmesini istemiyorum. 

—Bu verdiğin örnekleri biraz açar mısın? 

—Efendim, birilerinin teşvik ve dayatmasıyla, bir başkasının üzerinden 2000 öncesi birinden borç alarak Tüpraş’tan üç hisse aldım. Arkadaşların anlattığına göre çok yükselecekmiş. Otuz küsur liradan aldığımız bu hisseler bugünden yarına bozdurulmayacak, yatırım amaçlı olacak. Bu kazanç çocuklarımıza kalacak. Yani yok kabul edeceğiz. Caiz mi demiştim. Fetvayı da bulmuşlar. Bizim hisseler yükselmediği gibi 9 liraya kadar indi.

Çay ocaklarında borsacılar belli oluyordu. Ne zaman yükselecek diye bekleyip duruyorlar. Onlara, kardeş, bugüne kadar para yönden iyi değilim. Maalesef borsada benim de hissem var. Ben burada durduğum müddetçe bu borsa yükselmez dedim. O zaman çık dediler. Çıkmam dedim. (Devam edecek)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde