Ana içeriğe atla

Seçme Fıkralar (4)

Hangi devlet daha güçlü?

Osmanlının son zamanlarında Avrupalı diplomatlar bir toplantı için bir arada gelirler. Toplantıdan önce vakit geçirmek için bir tanesi şu soruyu ortaya atar:

En büyük ve güçlü devlet hangisidir?

Osmanlı Sefiri Keçecizade Fuat Paşanın, “Osmanlı” cevabına herkes şaşırır ve

-Nasıl olur, diye sorarlar.

Osmanlı sefiri: “Bizimkiler içeriden sizler dışarıdan ne zamandan beri yıkmaya çalışıyorsunuz, hala yıkamadınız“ cevabı verince tüm sefirler susa kalır.

Avrupa’nın İşleri

Mehmet Akif bir ara Avrupa’yı dolaşır gelir. Onu gören biri Avrupa nasıl diye sorar. Avrupa’yı gören Akif, “İşleri bizim dinimiz gibi dinleri de bizim işimiz gibidir, der.

Döneklik

Arkadaşlarının ısrarları üzerine Akseki’den milletvekili seçilen Serdengeçti, bir arkadaşıyla birlikte ilk defa meclise gelir. Dönerli kapıdan girer. Fakat nasıl çıkılacağını bilemez. Yanındaki arkadaşı kolundan tutarak kapı dışına çıkarır. Bu durumu belli etmek istemeyen Serdengeçti, “Döneklik daha kapıda başladı.” diyerek taşı gediğine koyar.

Hebenneka

10.sınıfları sınav yaptım. Adetimdir, sınavları yapar yapmaz okur, sonrasında her bir öğrencinin isminin karşısına aldığı puanları yazarım. Sınavda olduğunu bildiğim bir öğrenci kendi adı yerine sanatçı Haluk Levent’in adını yazmış.

Sınıfa olan ilk dersimde, kendi ismini yazmayan öğrenci dışında tüm isimleri okuyarak her bir öğrencinin notlarını okudum.

İsmi okunmayan öğrenci benimkini okumadınız dedi. İsmine rastlamadım. Demek ki sınava girmemiş olmalısın dedim. Girdim sınava dedi. Tüm sınıf hep birlikte girdi hocam dedi. İsmini yazdın mı dedim. Yazdım dedi. Kağıtlar arasında yoksun. Sadece Levent Yüksel sınava girmiş, yazıp çıkmış. Onun kağıdı var deyince, tamam işte o benim dedi. Adın Levent mi dedim. Hayır ama ben onu yazdım dedi. İyi de delikanlı, sen daha adını yazmayı bilmiyorsun. Önce adını yazmayı öğrenmelisin. Fıkra sever misin dedim. Evet dedi. O zaman sana bir fıkra anlatayım dedim. Hebenneka adında biri varmış. Özelliği ismini hep unuturmuş. Birileri ismini sorduğu zaman apışıp kalırmış. Bir gün kendi kendine, bir kolyeye ismimi yazdırayım. Bunu da boynuma takayım. Sordukları zaman kolyeye bakıp adımı söyleyeyim demiş ve dediğini yapmış.

Bir gün Hebenneka boynunda kolye olduğu halde yol kenarına çömelip uyuyakalmış. Onu tanıyanlardan biri, dur şuna bir oyun oynayayım demiş. Boynundaki kolyeyi çıkararak kendi boynuna takmış ve Hebenneka’yı uyandırmış. Söyle bakalım. Ben kimim demiş. Henenneka hemen boynuna bakmış, kolyesi yok. Kolyesini karşıdaki kişinin boynunda görünce, “Sen Henenneka’sın ama ben kimim, demiş. Hasılı çocuğum, şu an nazarımda ismini unutan Hebenneka gibisin. Hebenneka masum. Zira unutkan biri. Sen ise resmi bir evraka başkasının ismini yazarak dalganı geçiyorsun. Bu durumda sınavdan önce ismini öğrenmelisin. İstersen ismini yazdırıp boynuna asabilirsin dedim. Bu dersi verdikten sonra aldığı notu okudum ve kağıdı çıkarıp ismini yazmasını istedim. Bu ders yeter de artardı ona.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde