Ana içeriğe atla

Seçme Fıkralar (12)

Sen ne işe yaradın?

Bektaşi ile hacı, Osmanlı zamanında ramazanda içki içerken yakalanırlar. Kadı yaptıklarının cezasının ne olduğunu bilip bilmediklerini sorar bunlara. Hacı af diler şeytana uyduk kadı efendi der ve hacıya idam cezası verir. Bektaşi’ye sıra gelir ve der ki Kadı efendi, ben gayri-müslimim, bana oruç farz değil der. Kadı Bektaşi’yi serbest bırakır. Bektaşi kadıya sorar: Kadı efendi ben de şehadet  getirsem de Müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın? Kadı efendi düşünür gavuru Müslüman yapmanın ona sağlayacağı sevabı hesap eder ve hacıyı da affeder.

Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hoca şaşırarak Bektaşi’ye sorar: Sen ne biçim adamsın be bir dinli oluyorsun bir dinsiz. Sende iman yok mu bire münafık, deyip azarlar. Bektaşi: Gavur oldum kendimi, Müslüman oldum seni kurtardım. Peki sen ne işe yaradın?

Nabza Göre Şerbet

Abraham Libemovitz sınıfındaki tek Yahudi öğrenciydi. Ne iyi ki yaşadığı şehir nezih bir yerdi ve ırkçılık gibi sorunlar yoktu. Bir gün sınıfta öğretmen şöyle bir soru sordu:
“Evet çocuklar, dünyada gelmiş geçmiş en büyük insan kimdir? Bilene 20 dolar vereceğim”. Bütün çocuklar tahmin etmeye başladı. Biri "George Washington! Çünkü ulusumuzun babasıdır." dedi. Başka biri "Abraham Lincoln çünkü köleliği kaldırdı.", bir diğeri; "Jan Dark Fransa’yı kurtardı". Fakat öğretmen bu cevapları kabul etmemiş. Bu sırada Abraham parmak kaldırmış. Öğretmen sormuş; "Evet Abraham, sence dünyada gelmiş geçmiş en büyük insan kimdir?". “Nasıralı İsa” der.

“Bravo Abraham! Aferin, gel al 20 dolarını.
Dersten sonra cevaptan çok memnun kalmış olan öğretmen Abraham’a neden İsa cevabını verdiğini sordu.
“Öğretmenim, aslına bakarsanız bence dünyadan gelmiş geçmiş en büyük insan Musa’dır ama..., iş iştir.

Tedbirin böylesi

Papaz ölmek üzere olan adamın üzerine eğilerek,  'Ölmeden önce şeytanı ve onun kötülüklerini lanetle' der.

Ancak adamdan ses çıkmaz.
Papaz isteğini bir kez daha tekrarlar, ama hastanın sessizliği sürer.

Sonunda papaz kızgın bir ifadeyle; 'Neden şeytanı ve kötülüklerini lanetlemiyorsun, bre gafil?' diye sorunca adam halsizce karşılık verir: 'Nereye gideceğim belli olmadan kimse hakkında kötü konuşmak istemiyorum.'


Kayıp oğul

Hz. İsa bir gün yolda perişan bir adama rastlamış. Derdini anlamak için sormuş, neyin var diye. Adam, aman sorma demiş. Oğlumu kaybettim onu arıyorum. İsa, peki oğlunun ne gibi özellikleri var diye sormuş. Adam, ellerinde ve ayaklarında çivi delikleri vardı demiş. İsa, şok olmuş ve adama sarılıp haykırmış: Baba! Adam da İsa'ya sarılmış.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde