Ana içeriğe atla

Üzülecek Hale Sevinmek

Kayseri’de okurken bir dersin vizesinden, öğrencilerin çoğu düşük not almıştı. Duyuru sayfasında notunu gören haliyle üzülüyordu. Şakaya vurup belli etmesem de üzülenlerden biri de bendim.

Yanıma, aynı sınıfta olduğum bir hemşerim geldi. Bana “Hemşerim, herkes aldığı düşük puana üzülüyor. Ben ise üzülmediğim gibi seviniyorum” dedi.

Cevap vermeyince bir şey demeyecek misin dercesine yüzüme baktı. Yine tepki vermedim.

Ardından onların yaptığı mı anormal benimki mi dedi. Seninki dedim. Niye dedi. Hemşerim, zayıf not alanların üzülmesi kadar doğal bir şey olamaz. Kim zayıf aldığına sevinebilir ki dedim.

Bu durumda anormal olan ben miyim dedi. Ha şunu bileydin dedim. Gülüştük.

Normali anormal, anormali de normal gören, öyle zannediyorum, sadece bu hemşerim değil. Günümüzden güncel bir örnek verelim: Etkili, yetkili ve önemli bir makamda bulunan medyatik bir zevat, bir kesime söylediği bir söz dolayısıyla yargılanır. Yargılama sonucunda üç yıla yakın hapis cezası ve siyasi yasak kararı veriliyor.

Bu durumda adı geçen şahsın ve o şahsı destekleyen kişilere düşen üzülmek değil mi? Şöyle böyle değil, adı üzerinde bir ceza söz konusu. Verdikleri görüntü, basına yansıdığı kadarıyla bir sevinç bir sevinç. Hem de öyle böyle değil. Adeta coşmuşlar. Halbuki beklemediği olumlu bir habere insan ancak bu kadar sevinebilir. Garip ve ilginç gerçekten. İnsan böyle durumda hiçbir şey yapamasa bile üzülmüş gibi yapar. Gerekirse timsah gözyaşları döker ama sevinir görünmez. Çünkü böylesi durumlarda sevinmek normal karşılanmaz.

Hasılı, sevinecek yerde sevinelim, üzülecek yerde de üzülelim. İnsanın doğumuyla beraber getirdiği teamülleri İkbal beklentisiyle ayaklar altına almayalım. Eski köye yeni adet getirmeyelim. Normal olalım normal. 17.12.2022

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde