Ana içeriğe atla

Kamu Malı ve Af (1)

Okul ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla okullar, okul aile birlikleri aracılığıyla öğrencilerden, gönüllülük esasına dayalı olarak vicdani sorumluluk çerçevesinde yardım talep ederler. Bu yola ben de başvurdum zaman zaman. Birlik toplantısının ardından, sınıflara girerek yardımın niçin olduğunu anlatmak suretiyle öğrencileri ikna etmeye çalışırdım. Belirlenen miktar için de istediğimiz para sizi öldürmez, bizi de ondurmaz ama bu yardımı toplarken prensibimin, vermeyenin değil, verenin hakkını korumak olduğunu bilin derdim. Öğrencilere belli bir süre verir, yardım parasını getirene de hemen makbuz keserdim.

Yardım toplarken, ihtiyaç sahibi olduğunu tespit ettiğimiz öğrencilerden para istemezdim. Getiren olursa da sizin paranız geçmez deyip geri iade ederdim.

Para getiren öğrencilerin isimlerinin karşısına para verdiğine dair artı işareti koyardım. Belirtilen süre geçtikten sonra sınıf listelerine bakarak getirmeyen öğrencilerin isimlerini bir kağıda yazarak onları odama çağırır, arkadaşları getirdiği halde kendilerinin niçin getirmediğini, durumlarının nasıl olduğunu tek tek sorardım. Durumumuz iyi ve orta dediği halde vermeyenlere, “Çocuğum, derdim senden para almak değil. Vermek istemezsen vermeyebilirsin. Yalnız senin durumundaki falan arkadaşın verdiğine göre haksızlık olmaması için sen de vermelisin. Ben o arkadaşlarının hakkını gözetmeliyim. Senden alamazsam, o arkadaşlarının parasını adaletin bir gereği olarak geri iade etmem lazım  derdim. Aşağı yukarı alınması gereken herkesten bu şekil para toplardım.

Topladığım para miktarını, nerelere harcandığı a dair gelir gider tablosunu da belirli periyotlarla okulun panosunda kalem kalem sergilerdim. Zaman zaman da yönetim kurulunu okula davet ederek hesapları kontrol etmelerini isterdim.

Nazla şifayla, utana sıkıla topladığım parayı, okul ihtiyaçlarına harcama konusunda da çok cimri davranırdım. Çünkü bu paralar benim için emanet para idi, kamu malı idi. Yerli yerince kullanmalıydım.

Niye para topluyordum? Para topladığım zamanlarda,  devlet elektrik, su, ısınma ve telefon giderlerini gönderirdi ama gönderilen ısınma gideri yeterli olmazdı. Tümüne yakıt alır, kırtasiye ve temizlik giderlerini de birlik hesabından karşılardım.

Bir ilçede çalışırken okulun temizlik malzemelerini temin için 35 km mesafedeki ilin toptancısına gittim. Kasada oturan kişiyle tanıştım. Buraya da bir tanıdığın selamıyla gelmiştim. Esnafa, okula alacağımdan, uygun vermesini söyledim. Gençten biri olan esnaf, okulların durmadan para topladığını, bu paraların nerelere gittiğini bilmediğini söyledi. Kendisi de ortaokul mezunuymuş bu arada. Okulların durumunu anlattım. Alacaklarımı hesaplattıktan sonra gençten biraz ikram yapmasını istedim. Hocam, cebinden mi vereceksin sanki de benimle neyin pazarlığını yapıyorsun dedi. Bu soruya karşılık, bak delikanlı, az önce okulların durmadan para topladığından, bu paraların nereye gittiğinden dert yandın. Ortaokul mezunu imişsin. Her yıl 20’er lira versen, toplamda 60 lira vermişsindir. (O zamanlar ortaokul kademesi 3 yıl idi). Benim seninle yaptığım pazarlığa, cebinden mi vereceksin, niye pazarlık yapıyorsun diyeceğine, demek ki verdiğimiz paralar bu şekil korunup harcanıyormuş diyerek beni takdir etmeni beklerdim. Ben bu aldıklarımı ilçedeki esnaftan da alabilirdim. Ama istedim ki toptancıdan daha hesaplı alayım. Kendi evime, kendi cebimden alsaydım, ta ilçeden buraya gelmez, ucuz pahalı oradan alırdım dedim. Ama bu para, öğrencilerden toplanan emanet para. Daha bu aldıklarımı nakliye ücreti vermeden eş dost aracılığıyla okula götüreceğim dedim. Genç sus pus oldu ve tamam diyerek indirimini yaptı.

Ben güya af konusuna gelecektim. Anlattığım anekdot bir sayfayı doldurdu. Af konusuna da ikinci sayfamızda yer verelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde