Ana içeriğe atla

Görgüde Rol Modelin Etkisi

1."Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik kuralları, terbiye", 

2."Bir kimsenin, karşılaştığı ve kişiliği üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim", 

3."Görmüş olma durumu", şeklinde "terbiye, deneyim ve tanıklık" anlamına gelen üç anlamı var görgünün. 

Kısaca eski tabirle adabımuaşeret, şimdilerde nezaket ve görgü kuralları diyoruz biz bu görgüye. Ahlak kuralları da diyebiliriz. 

Herkesin görmek istediği ve görgüsüzlüklerden dert yandığı günümüzde görgü nasıl kazanılır? Görgü öğretim ve eğitim yoluyla verilebilir mi? Bu soruya evet veya hayır cevabı verebiliriz. Niçin evet veya hayır dediğimizi gerekçelerini de söyleyebiliriz. Hatta bu sorulara görgü nerede öğrenilir? Evde aile ortamında mı, sokakta akranlarımızdan mı, okulda arkadaşlarımızdan, öğretmenlerimizden ya da derslerden mi öğreniriz, sorularını da sorabilirim.

Bilimsel bir tespit ve değerlendirme olmadan görgü üzerine duygu ve düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Görgü şurada, burada, şöyle davranılarak öğrenilir veya öğretilir diye bir iddiada bulunmayacağım. Zira görgü çok başka bir şey. Bilginin insanda bütünleşerek sosyal hayata yansımasıdır. Bizde bilgi var. Üstelik bilginin kaynağı da çeşitlendi. Bilgi sadece aile ve okulda değil, sanal alemde de pekala bilgi elde edilebilir. 

Hepimiz görgü denen olguyu muhatabımız ve hayatın her alanında görmek isteriz ama çoğu zaman bu istek görgüsüzlük, terbiyesizlik ve kabalık olarak karşımıza çıkıyor. Bu demektir ki bilgi ve öğrenme tek başına görgü demek değil. Yukarıda verdiğim tanımlardan hareketle görgü için verilen üçüncü tanım olan "Görmüş olma durumu" yani eyleme, söze tanık olma, şahitlik etme durumu, öyle zannediyorum görgünün ilk şartıdır. Zira görme, bilmeye göre bir adım öndedir. Göre göre gördüğümüz şey, kelimenin ikinci tanımından da anlaşılacağı üzere bizim için bir deneyim ve tecrübe oluyor. Görerek tanıklık ettiklerimizi tecrübe ettiğimizde, kelimenin ilk anlamı olan uyulması gereken saygı ve incelik kurallarını ortaya çıkarıyor. Demek ki tanıklık, tecrübe, terbiye şeklinde ifade edebiliriz görgüyü. Çünkü görüyoruz, gördüğümüzü tecrübe ediyoruz, görüp tecrübe edindiklerimizi de bir toplumda uyulması gereken kurallar bütününe dönüştürüyoruz. 

Görgü için bu formüle ettiğimiz yeterli mi? Değil. Yeterli olsaydı görüp tecrübe eden hepimiz görgülü olurduk. O zaman bunların içini doldurmak gerek. 

Görgü ağaç yaş iken eğilir misali, küçükken evde, kreşte, anasınıfında ve ilkokulda başlar. Zira çocuklar ana karnında iken seslere aşina. Doğduktan sonra da ses ve gördüklerini hafızasına kopyalar. Ne işitti ne gördüyse, zamanı gelince hafızasından alır ve kullanır. Kulağı hep ince ve nazik ses işiten, gözü güzel şeyleri gören, nezaket ve görgüsünü küçük yaşta iken göstermeye başlar. Bu açıdan çocuklara rol model olmak önemlidir. Zira çocuk rol model olarak aldığını hayata uygular. Ev ortamında hep kaba söz duyan bir çocuk, okul ortamında görgü adına öğrendiği ne varsa nazik olmak istese de olamaz. Çünkü belleğine yerleşen kabalık en ufak sinir ve kızgınlık anında nezakete baskın gelir. O yüzden aile ortamında hep iyi, güzel şeyler öğrenen biri her yerde görgünün örneklerini sunar ama aile ortamında kaba davranışlar sergilenmişse, bu kabalık dışarıya da yansır. 

Küçük yaşta uygulamalı olarak öğrenilmeyen görgü sonradan öğrenilse de bunun görgüye pek katkısı olmaz. Çünkü sakin zamanda görgünün en güzel örnekleri verilirken zor durumda kaldığı zaman kişi bir bakmışsın, aslına rücu ediveriyor. Bu da bir çuval inciri berbat etmek demektir. O yüzden çocuğun yetiştiği aile ortamı görgüde birinci önceliktir ve olmazsa olmazdır. Bunun için anne babalara, ağabey ve ablalara büyük iş düşüyor. Çok bir şey yapmayacaklar. Sadece güzel rol model olacaklar. Bunlar görgülü olursa bilin ki çocuk da görgülü olacaktır. 

Son olarak şunu söyleyeyim. Görgülü olmak için istek ve arzu da önemlidir. Aynı zamanda meyil de. Kişi istemez ve meyletmezse, o görgü uçar gider. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde