Yarışma
programı yapılan bir kanalda sunucunun yanında sorular soran, bazen ipuçları
veren, sorulan soruyla ilgili konunun uzmanı sıfatıyla konu hakkında
açıklamalarda bulunan, bazen yarışmacıya destek olmak amacıyla seçeneklerden
birini eleyen, programın bir parçası olan Prof. ünvanlı bir akademisyen de yer
alıyor.
Aynı
zamanda bilgilendirici özelliği olan bu yarışma programına, kanalları
çevirirken denk geldikçe bakmıştım. Program hala devam ediyor mu bilmiyorum.
Zaten konum da yarışma değil. Bu yarışmada bir bilen olarak yer alan
akademisyeni ele alacağım.
Tatlı
dili, anlatım şekli itibariyle hoşuma giden bu akademisyeni bir TV programında
bir siyasinin programında onun yanı başında otururken gördüm. Siyasiye dönük
konuştuğu için yüzünü tam göremedim. Ama sesi yabancı değildi. Bugün o programı
Youtube'dan bulup soru soran kişinin konuştuğu bölümü buldum. Dikkatli baktım.
O Prof'dan başkası değildi. Programın sonlarına doğru da ayakta gördüm.
Şimdi
gelelim bu akademisyenin garibime giden hal ve hareketlerine. Güya akademisyen
soru soruyor ama sorudan ziyade övgü ve taltifte bulunuyor. Oturduğu sandalyede
önüne eğilmiş bir vaziyette Cumhuriyet dönemiyle günümüzdeki geldiğimiz noktayı
kıyaslıyor. Aklı sıra nereden nereye geldik diyor. Verdiği istatistiki bilgiler
güncel olmadığı için ilgili sorumluları düzeltme yapma ihtiyacı hissetti. Hatta
bir cümlesi var ki 1950'ye kadar bu ülkede diş hekimi bile yoktu dedi. Videonun
sonlarındaki ayaktaki hali de dikkatimden kaçmadı. Ceketi ilikli, kravatlı bu kişiyi,
ellerini de ceket düğmesinin önünde üst üste koymuş görünce, bu kadar da olmaz
dedim. Zira bana vıcık vıcık geldi.
Bu
kişi acaba ilgili partinin yetkili organlarında siyasetin içerisinde mi diye
hayatına baktım. Partide bir görevi yoktu. Yani TV programlarında konusunun
uzmanı diye kendisine görev verilmiş, üniversitede ders veren bir akademisyen
olmanın dışında bir görevi yok.
Partinin
icraatlarını öven ve ayakta elleri önde el pençe duruşuna ne denir diye TDK'ye
bir baktım. Karşıma "El pençe divan durmak" deyimi
çıktı. Bu duruşa ne denirmiş bir bakalım. "Saygı gösterilen kimse
karşısında el kavuşturup ayakta durmak" demekmiş. TDK, bir iyilik
daha yapıyor. Deyimi cümle içerisinde kullanıyor. İlkokulda iken
öğretmenlerimiz de parçada bulup altını çizdiğimiz anlamını bilmediğimiz kelimeleri
bu şekil cümle içerisinde kurdururdu. H. Taner'den bir cümle: "Demokraside
el pençe divan durup boyun kesmek yoktur, dalkavukluk yoktur." Bir
cümle de Peyami Safa'dan: "Doğruldu, el pençe divan durdu, başını
önüne eğdi."
Akademisyenin
duruşunun ne anlama geldiğini bu vesileyle öğrenmiş oldum. Dalkavuklukmuş
yaptığı. Bir de dalkavuğu hatırlayalım: "Kendisine çıkar ve yarar
sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yaranmak isteyen
kimse, şaklaban." Madem dalkavukluğu öğreniyoruz. Örnek cümle
içerisinde kullanılışına da yer verelim:
"Cahiller,
dalkavuklar, mürailer rahat rahat yaşıyor." - P. Safa
"Bunları
yaparken hiçbir zaman kendini dalkavuk vaziyetine, düşürmez." - R.
N. Güntekin
Dalkavuğun
ikinci bir anlamı varmış. O da: “Saraylarda devlet büyüklerini nükteli
sözlerle eğlendiren kimse” demekmiş.
Nükteli
sözler yoktu konuşmasında ama övgüleriyle vıcık vıcık dalkavukluk yapıyordu.
Siz
nasıl karşıladınız bilmiyorum bu akademisyenin yaptığını. Doğrusu ben garipsedim.
Konuşmasını, övgüsünü ve ayakta duruşunu bir profesöre yakıştıramadım. Çünkü ben
bu ünvanlıları alim olarak görürüm. Alime yakışan da övgü değil, tespittir, öneri
sunmaktır. Partinin yetkili organlarında bir görevli değilse, kendisi siyasinin
ayağına değil, siyasiler onun ayağına gelmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder